İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

MEAL VE YORUMLAR NEDENİYLE

HADİSLERE İTİRAZLAR

(11 Mart 1998 tarihinde Gündüz Gazetesi’nde neşredilmiştir)

Acaba yer yüzünde ne kadar kitap var ise, tamamını hadis kitapları ile mukayese etsek, hangilerinin daha kıymetli olduğu, hangilerinin bizim için hayati önemde olduğu noktasında kanaatimiz ne doğrultuda olurdu ?

Yani, Allah’ın buyruklarını anlatan hadisler ile, yerin yüzündeki işlerin bilgileri ile dolu kitaplar arasında bizim tercihimiz ne noktada olurdu ?

Yahut, Kur’ân hariç ne kadar yazılı eser varsa tamamını imha etsek, sadece Kur’ an kalsa bu ne kadar makul olurdu ?

Her neyse, piyasada yeterince aklımızı karıştıran unsurlar var.  İşte onların bir etkilenmesi neticesinde cereyan eden bir tartışmayı aktarıyorum. 

Üç kişi tartışıyorlardı.

İsmi Salih olanı şöyle dedi:

-Yahu Kemal, biliyorsun, farklı yorumlar nedeniyle de hadis taraftarları ve hadis karşıtları oluşmuştur. Bunlar, hadis konusundaki anlayışlarına Kur’ân’ ın farklı yorumları ile de destek aramışlardır.

Örneğin “O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.[1] âyetindeki hikmet kelimesinin yorumunda, birtakım kimselerce akıl ya da kitabın bir kısmı gibi manalar verilirken, hadis âlimleri ve tefsirciler, hikmet kelimesini sünnet kelimesi ile yorumlamışlardır.

Ali ismindeki diğeri atıldı:

-“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının[2] âyetinden, Resûlullah’ ın getirdiği ve verdiği kavramından ben Kur’ ân ve Sünneti anlıyorum.

Yasaklamasını ise, hem Kur’ ân’ da hem de hadislerdeki yasaklamalar olarak anlıyorum.

Kemal adlı üçüncü kişi ise şöyle dedi:

-Ben de bundan, verdiği sadece Kur’ ân’ dır; yasaklar ise sadece Kur’ ân’ ın içerisinde olanlardır, yorumunu çıkarıyorum.

Salih:

– “Resul size ne getirmişse onu alın ve sizi neden men ediyorsa, ondan da kaçının[3]  âyetindeki ne getirmiş ve neden men etmiş kelimelerinin karşılığını Kur’ ân ve Sünnet’ de arayanlar olduğu gibi, sadece Kur’ ân’ da arayanlar da var.

Ali:

-“And olsun ki, kendilerine Kitab ve Hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah mü’ minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.[4] âyetine dikkat edelim.

Demek ki Rabbimiz, kanun olarak koymak istediği her şeyi Resûl- i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın kalbine atmıştır.

Buna şu hadisi örnek verebiliriz:

Cibril kalbime attı ki, hiçbir nefis rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse onu helal yollardan arayın.”[5]

Bu kalbine atılan şeyler, onun sünnetidir. Sünnet de hikmet tir.[6]

Kemal itiraz etti:

-Ben böyle bir hadis duymadım ama !

Ali:

-Bak, bunun hadis olup olmadığının teknik izahını sana ayrıca yapayım ama evvela bir misal vereceğim.

Meşhur İmam Zehrî’ nin yanında bir adam bir hadis zikretmiş.

İmam Zehrî demiş ki:

-Biz böyle bir hadis işitmedik.

Adam sormuş:

-Resûlullah’ ın bütün hadislerini sen işitmiş misin ?

İmam Zehrî demiş: “Hayır !”.

Adam: “Peki, üçte ikisini ?”

Yine İmam Zehrî demiş: “Hayır.”

Adam: “Peki, yarısını ?”

İmam Zehrî buna karşı sükut etmiş.

Adam demiş: “Hiç olmazsa bu hadisi de, o işitmediğin yarı kısımda kabul et.”

Şimdi sen de öyle. İşitmemiş olman böyle bir hadisin varlığını ortadan kaldırmaz. Neyse, bunun teknik yönlerine ayrıca gireceğiz dedim.

Ali devam etti:

EDDEBENİ RABBİ FAHSEN TE’DİBİ, yani, “Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti[7]  buyuran Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, “Ey İnananlar ! And olsun ki, sizin için, Allah’ a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektirAhzab Sûresi, 21. âyetmealindeki âyette olduğu gibi, bizzat Rabbimiz tarafından en güzel örnek olarak vasıflandırılmıştır.

Necm Suresi 3. âyette ise “O kendi hevâsından konuşmaz buyurulur.

Salih:

Biz bu En güzel örnek olma hususunu, Rabbimiz tarafından terbiye edilmiş bulunan  ve “Yaz…Nefsim elinde olan Allah’ a yemin ederim ki, bu ağızdan hakdan başka bir şey çıkmaz”[8] buyuran Resûlullah’ ın her fiiline, her sözüne ve susma yoluyla tasdik etmiş olduklarına şamil olarak değerlendirir.

Kemal’ i göstererek, “Başkaları da Onun sadece Kur’ ân’ ı nakletme yönüne yani sadece aktardığı vahye bağlamaktadırlar.”

Ali:

-Bu anlayış farklılığı elbette ilgili diğer âyetlerde de kendisini göstermektedir.

Örneğin: De ki: Eğer Allah’ ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin[9] mealindeki ayeti bizler Resûlullah’ ın bütün hallerine uymak şeklinde anlıyoruz.

Kemal gibi bir kısım insanlar da sadece Kur’ân’ da zikredilen emirlerin tatbikinde uymak şeklinde anlıyorlar.

Biz, o bütün hallerin zaten Kur’ân’ ın ruhuna aynen uyduğu inancındayız.

Eğer öyle olmasaydı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz, Allah’ın Resûlü olamazdı.

Salih:

-Kur’ân meallerinde bazı kelimelere yüklenen anlamlar nedeniyle de sünnetin reddedildiğini görüyoruz.

Örneğin, Nahl Sûresi 64. Âyette geçen Tebyin kelimesi, anlayış, zeka ve dil yardımıyla maksadın en anlamlı bir biçimde ortaya konulması, şeklinde anlaşılmış, buradan hareketle âyetlerin tefsirinde sünnetin rolü ortaya koyulmuştur.

Biz bu Kitab’ ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.[10]

Yine, “O halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.[11] mealindeki âyetlerde geçen beyan kelimesi, Hazret- i Peygamberin Kur’ân dışındaki, Kur’ân’ ı tefsir, izah ve açıklama çerçevesinde söylediği sözleridir, diye anlaşılmıştır.

Çünkü bu açıklamalar Kur’ân’ ın içindeki âyetlerden başka ifadeler olmasaydı ayrıca söylenmesine gerek kalmazdı.[12]

Âyette dikkat çekici olan bir diğer husus ta, bu açıklamalarında Haz. Peygamberin tamamen İlahi bir kontrol ve murakabe altında olduğudur.

Yani O’ nun anlama ve açıklaması, herhangi birisinin anlama ve açıklamasından elbette tamamen farklıdır.[13]

Ali:

-Bir başka ihtilaflı kelime ise, Hikmet kelimesidir biliyorsunuz.

Allah sana Kitab’ ı ve Hikmeti indirdi. Evvelce bilmediklerini de sana öğretti. Allah’ ın senin üzerinde lütfu da çok büyüktür.” mealinde olan Nisâ Sûresi 113. âyetindeki Hikmet’ in ne olduğu konusundaki açıklamalara göre, Hikmet’ e şu manalar verilmiş:

“Kur’ân’ ı anlamak, onu açıklamak, tefsir, ilim, anlayış, amel, onu düşünerek okumak. Sünnet. İlim ve akılda hakka ulaşmak. Eşyayı layık olduğu üzere bilmek. İşleri gereği gibi işlemektir.”

Hazret- i Peygamber de (asm) bu konuda şöyle buyurarak kendi konumuna açıklık getirmiştir: Bana Kitab ve bir de benzeri verildi.[14]         

Bir başka hadiste ise, Size iki şey bıraktım. O ikisine sarıldığınız sürece sapıtmazsınız. Onlar; Allah’ ın Kitab’ ı ve benim Sünnetimdir.”[15] buyurmuşlardır.

Salih:

-Evet. Hazret-i Peygambere verilen hikmet, ona indirilen Kitab ile birlikte zikredilerek, onun hikmetinin de Kitab gibi bağlayıcı olduğuna dikkat çekilmiştir.

Kur’ân’ ı tebliğ etmekle ve onu açıklamakla görevlendirilen., kendisine hikmet verilen, sürekli İlahi kontrol altında tutulmakla diğer insanlardan bu konuda farklı olan Hazret-i Peygamber, Kur’ân’ ı bizzat kendisi açıklamış ve onun nasıl anlaşılıp uygulanacağını bizzat kendi söz ve yaşantısı ile ortaya koymuştur.

Hadis kitaplarının tefsire dair bölümleri, Resûlullah’ ın Kur’ ân’ ın sûre ve âyetleri ile ilgili izahları ve açıklamalarından oluştuğu gibi, diğer bölümlerdeki hadisleri de Kur’ ân’ ı açıklayıcı niteliktedir.

Ali:

-O, özellikle yaşadığı zaman diliminin insanlarının anlamakta zorlandıkları, yanlış anladıkları, sordukları ve ihtiyaç duydukları yönleri ile Allah’ ın Kitab’ ını açıklamıştır.

Peygamberimizin bütün bu izahları ve açıklamaları, Kur’ ân’ ın küçümsenemeyecek bir bölümünü kapsamaktadır.

Onun bu açıklamaları, onun bu Kur’ ân anlayışı; onun dışındaki herkesin açıklama ve anlayışından daha bağlayıcıdır ve müracaat edilmeye daha layıktır.

Maalesef bugün bazı çevreler ve bazı kişiler, Hazret- i Peygamberin Kur’ ân anlayışını ve bu konudaki açıklamalarını, ona ait oluşu şüphelidir, yahut o dönemi bağlar, bizi bağlamaz gerekçesiyle bir kenara atarken, ilmi, ameli ve hikmeti kıt insanların anlayışlarını ve açıklamalarını öne çıkarmakta bir sakınca görmemektedirler.

Halbuki, Kur’ân’ ı herkesten iyi bilen, iyi anlayan ve iyi yaşayan ancak Resûl- i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselam Efendimizdir.[16]


[1] Cum’ a, 2

[2] Haşr, 7

[3] Haşr, 7

[4] Al- i İmran, 164

[5] Müslim, Münâfikun, 64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3 ;50

[6] Şafii, Risale, s. 53, yine bknz. Bakara 129, 151, 231. ayetler; Al- i İmran: 113, 164. ayetler; Cuma: 2. ayet

[7] Ed- Dürer- ül Müntesire Suyuti sh: 9; El- Feth- ül Kebir 1/ 59; Kenz- ül Ummal 11/ 406; Feyz- ül Kadir 1/ 224; El- edeb- ül Müfred Buhari, Mukaddime sh: 1

[8] Ebû Davud, K. İlim, bab 3 Hadis 3646

[9] Al-i İmran, 3

[10] Nahl, 64

[11] Kıyamet, 18, 19

[12] Bknz. Mevdudi, Tefsir, VI, 538- 540

[13] Bknz. RİBAT Dergisi, OCAK 1997 S. 8, Yrd. Doç. Dr. Ali AKPINAR’ ın yazısı

[14] Ebu Davud, Sünnet 6

[15] Ebu Davud, Menasik 56; İbn- i Mâce, Menasik 84; Muvatta; Kader 3; Ahmed, III, 26

[16] Bknz. RİBAT Ocak 1997 S.9 Yrd. Doç. Dr. Ali Akpınar’ ın yazısı

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir