İlah, Mabud, Tanrı, Hüda, Allah gibi kelimelerin anlamı, sözlük takıntılı olarak bakarsak daracık ve tek yapıda olur.
Halbuki her birisinin “tapınılan” anlamının yanında birbirinden farklı manaları da vardır.
Mesela, bir kelime yaratıcı anlamına geliyor ama evreni yaratıp sonra bir kenara çekilip hiçbir şeye karışmayan bir yaratıcı.
Bir kelime yer izafe ediyor, ya gökleri, ya yerleri veya her ikisini yaratandan ibaret anlam yüklüyor.
Mesela Allah kelimesi tercih edildiğinde, yaratıp hayatı veren, hayat bahşettiği ruha, mesken olarak bedeni, o bedenin devamı için ihtiyaçları ve muhtaç olunan zaruri her şeyi, rızkı, havayı, suyu veren gibi sınırı olmayan şümullü bir mana okyanusu kast edilir..
İhlas suresini belki her gün okuyoruz.
Orada geçen Ehad kelimesi için lügate baksak bize “bir” manası görünür sadece.
Bizim evde buzdolabı var ve sadece 1 adet var. Allah da bir…
İkisi aynı şey mi peki?
Elbette değil, bizim evde buzdolabı var ama komşuda da var.
Demek ki yer, zaman ve mahiyet itibariyle bir teklik kast edilmiyor.
Aynı kelimenin başka söylenişlerine bakalım. Ehad, vahid, tevhid gibi…
Hangisi için lügate baksanız “teklik” gibi bir mana ile yetinildiğini görürsünüz.
Peki, nasıl bir teklik bu?
Halbuki Ehadiyet teklik ama “farklılıkta teklik; vahidiyet de teklik ama “aynılıkta teklik” demektir.
Mesela, herkese göz verilmiş…
Herkese verilmiş olması bunun tek elden yapıldığını gösteriyor, bu aynı oluşta birliktir ki vahidiyet denilir.
Ama herkesin gözü birbirinden farklıdır.
Yani farklılıkta da bir birlik söz konusudur.
Ona da Ehadiyet tecellisi denilir.
İşte bir şeyi bütün zenginliği ile en geniş şekilde tanıyabilmenin yolu, zengin bir kelime hazinesine sahip olmakla mümkündür.
Meseleye ideolojik bir saplantı ile bakıp da hızar makinesini elinize alıp doğramaya, kesip biçip yontmaya kalkışırsanız, dilinizi güdükleştirip sayılı birkaç yüz kelime ve onlardan ibaret mana kutucuğuna hapsetmiş olursunuz.
Bu hususta George Orwell’in 1948 adlı kitabı güzel bir örnektir. Bir toplumun kullandığı bütün kelimeleri toplayıp, benzer ne kadar kelime varsa atıyor, kalanlara ise kendileri bir anlam yüklüyorlar. Böylece toplumu diledikleri bir mankurt sürüsü haline getiriyorlar. Tavsiye ederim.
Ayrıca,..
Yabancı lisan için yıllarımızı veriyoruz,
Özel ders alanlar veya kurs görenler gibi çok az bazı kişiler hariç, onu da doğru dürüst öğrenemiyoruz.
Ömrümüzden boşa harcıyoruz.
Ne için?
Dünyalık için elbette.
Gerekli mi gereksiz mi konusu değil vurgulamak istediğim.
Bediüzzaman’ın şu cümlelerini hatırlayalım:
“Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl “akıllı adam” denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir.”
Matematikte Pisagor teoremi, trigonometri, işletmede para piyasaları repo, coğrafyada vadi plato, biyolojide organ, kan, doku, hücre, DNA, fermantasyon, fotosentez, miyoz bölünme, miyoz, mitoz bölünme, mitoz ve benzeri terimleri tercüme edilmediği gibi iman ilminin kelimelerinin tam karşılığını bulmak da imkansızdır. Sözlükler yaklaşık manalarla doludur.
Bu lisan konusu çok garip ve enteresan bir sahadır. Bediüzzaman için şöyle bir hatıra nakledilir:
Kamus-u Okyanus’u Bâbü’s-Sin’e kadar hıfzetti. Ne fikre binaen ‘Kamus’u hıfzettiği sorulduğunda, ‘Kamus, her kelimenin kaç manaya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm.’ cevabında bulundu
Bir fizikçi şurada fiziğe dair yazsa çizse, alık alık bakar izler fazla bir şey anlamayız. Nasıl ki senelerce okuyup dinlediğimiz halde yüzlerce reçeteye rağmen doktor lisanından anlamadığımız gibi. Zira her ilmin kendisine mahsus dili var, hususi kavramları var. Bir marangozun yanında işe girsek, getirmemizi isteyeceği alet edevatın bazılarını hiç duymamışızdır; muhasebenin, spor dallarının, en basit bir sahanın bile özel bir dili ve kavramları var. İnsanlar bu dil ve kavramları öğrenerek gelmiyorlar bu dünyaya. Kim bir işle ziyade uğraşsa o işte başkalarına kıyasen daha mahir olur. Şimdi desek ki, herkes bu alanlara ait bütün kavramları, kelimeleri iptal edecek… Bu doğru da değil mümkün de değil. Öyle ise, hangi sahaya ihtiyacımız varsa onun hususi lisanıyla ilgilenmemiz o sahaya vakıf olmamız için birinci şarttır. Bilenler uğraşıp çalışanlardır. Ben bir muhasibin karşısında maliye ve muhasebe gibi alanlarda konuşmaya kalksam cehaletim sırıtır hemen. Hele konu Cenab-ı Hakkın âlemde sergilediği sanatı ve eserleri olursa, bunu daracık kısır kelimelerle izah ne mümkündür ne de yakışık alır. Muhteşem bir defineyi tanıtırken 3-5 kelimeyle “ya Hu işte bu bir hazinedir” demek, o hazineyi tarife yeter mi ?
Bir ırka nefretten beslenen ırkçı ideolojik ezberlerle meseleye yaklaşanların, dil konusunun nasıl bir define anahtarı olduğunu görmeleri, anlamaları, idrak etmeleri asla mümkün değildir. Sorgulama cesareti ve dürüstlüğünden mahrum fanatiklere lisan konusunun manevi-kültürel kodlarımızı ateşleme vazifesi göreceğini, anlama kapasitemizi büyütüp güçlendireceğini, gözlemlerimizdeki görüntü kalitesini çok fazla artıracağını; bilgi dünyamızın hacmini o kelimelerle alabildiğine büyüteceğimizi anlatma zorluğu yaşıyoruz.
Fransızca-Almanca-İngilizce kelimelerle dopdolu tabelalar ve firma isimleri olan ülkemizde, lisan konusunda pompalanan tek nefret adresi Arapçadır.
Bunun da elbette tarihçesi ve sebepleri var ve bu da ayrı bir fasıl, ayrı bir konu.
Bu girişi şu sebeple yaptım, diğer lisanlara gösterilen tahammülü, Arapça değil de özellikle Kur’an kelimelerinin yaygın kullanıldığı İslami-imani hakikatlerin anlatıldığı sohbetlere de göstermek isteyenler varsa… Eskimez lisanınıza sahip çıkın, muhafaza edin ve hayatınızda sürekli kullanıp canlandırın.
İlk yorum yapan siz olun