İslam tarihinden hareketle Türkçülere bir bakış, iki farklı insan tipi
—————–
Necib Fazıl’dan aşina olduğumuz ‘ham yobaz kaba softa’ tabirini hatırlayanımız vardır mutlaka.
Benzer bir tabiri de Bediüzzaman kullanıyor, o da şu: ‘dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan insanlar”
Bu kişiliğin derinlemesine bir analizini yapmayacağız, sadece farklı bir başka alanda benzer tezahürüne dikkat çekeceğiz.
Tarihe yani maziye nazar ettiğimizde bu insan tipinin en çarpıcı misalini Hariciler olarak görüyoruz.
Birkaç misal…
Hâricîler iman sorununa yanlış bir usulle yaklaşarak bu konuda kimlerin kâfir olduğunu tartıştılar. Hakem olayında hakemlik yapanları ve taraflarını kâfir ilan ettiler. Cemel Vak’ası’na karışanları ve taraftarlarını lânetlediler. Büyük günâhlar işleyen (mürtekîbü’l-kebâir) HERKESİ KÂFİR İLÂN ETTİLER (el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Firâk, s. 55).
Hariciler ayaklanıp Hz. Ali’ye karşı harekete geçtiler. Hz. Ali’nin iki hakem tayin etmesini uygun görmediler ve “Sen Allah’ın dininde hakem kabul ediyorsun, oysa Allah Kuran’da “Hüküm yalnız Allah’a aittir.” (En’am suresi ayet 57) buyuruyor. Sen de insandan hakem yapıyorsun.” dediler.
Hz. Ali onlarla bu konuda münazara etti.
Sonra Abdullah b. Abbas’ı onları iknaya yolladı.
İbni Abbas onların şüphelerindeki yanlışı açıkladı, onlara ayeti tefsir etti ve insandan hakem olabileceği hususunda Nisa 35’inci ayeti olan “Eğer aralarının açılmasından korkuyorsanız kocanın ailesinden bir hakem karının ailesinden de bir hakem yollayın…” ayetleriyle delil getirdi.
Bunun üzerine haricilerden bir kısmı doğruyu kabul edip Kûfe’ye geri geldi.
Bir kısmı kabul etmeyip oradan hareket ettiler. Yolda Habab b. El-Erat (r.a.) oğlu Abdullah’a rastladılar. Yanında hanımı da vardı.
Abdullah’a “Sen kimsin?” dediler. O da “Nesebini saydı.
Bunun üzerine teker teker Hz. Ebu Bekir Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali hakkındaki kanaatini sordular. O da her birini saygıyla andı. Onu yakalayıp götürdüler.
Ebu Miclez’in İbni Ebi Şeybe’nin Musannef indeki habere göre, giderlerken içlerinden biri ağaçtan düşen bir hurmayı yerden alıp ağzına atınca diğerleri “O anlaşmalı olduğumuz birinin hurması. Onu izinsiz yemeye nasıl bir delil buldun.” dediler. O da ağzından çıkarıp attı.
Bir domuza rastladılar. Biri kılıcıyla hafifçe vurunca onu da “Bu anlaşmalı olduğumuz birinin domuzu, sen ona vurmayı hangi delil ile helal görüyorsun!” diye azarladılar.
Bunu gören Abdullah b. Habbab “Ben size bundan daha haram bir şey söyleyeyim mi?” dedi. “Evet.” dediler. O da “Benim kanım” dedi.
Onu dinlemeyip öldürdüler.
HANIMINI DA ÖLDÜRÜP HAMİLE OLDUĞUNU ANLAYINCA CESEDİN KARNINI DEŞTİLER.
Abdullah ashabın en salih çocuklarından biri idi.
Hâricîler, Hz. Ali ile Şam valisi Muâviye arasında yapılan Sıffin savaşında, sorunun çözümü için tarafların birer hakem atamaları üzerine ortaya çıktılar. Onlara göre Allah’tan başka kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh). Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar. Sorunu HAKEMLER ARACILIĞI İLE ÇÖZMEYİ KABUL ETTİĞİ İÇİN HZ. ALİ DE KÂFİR OLMUŞTUR. (Ahmet Emin, Duha’l-İslâm, III, 5).
İki ayrı uçtan farklı davranış biçimlerine dikkat…
Bir yandan ağaçtan düşen hurma ve gayrı müslimin domuzuna dönük hassasiyet, diğer yandan Hazret-i Ali (r.a.) gibi bu dinin temellerinden birisini tekfir etme ve hasmın karısının katledilip karnını deşme derecesinde bir gözü dönmüşlük…
Bu mesele şunun için hatırıma geldi.
Neyse… Misaller sıralamaktan vazgeçtim..
Türkçü/Harici bazı tanıdıkların abuk-subuk yorumlarıyla canım sıkılmasın diye sadece bu tablonun Türkçüler arasındaki tekrarına dikkat çekmekle iktifa ediyorum.
Kendilerinden gayrisini Türk düşmanı, hain gibi ibarelerle en saldırgan bir biçimde tekfir tarzında aforoza tabi tuttuklarını yani aynı tipleri orada da göreceksiniz..
Zaten uzun yazılar okunmuyor, biraz da o sebeple kısa kesiyorum…
28 Ocak 2017 · Ankara ·
İlk yorum yapan siz olun