Kürtlerin saadetinin şifrelerini barındıran bir ayet var. Meali şöyle:
“Kavmini karanlıklardan nûra çıkar ve Allah’ın geçmişteki nimet ve azap günlerini onlara hatırlat.” [1]
Şaşırmayınız ama bu ayetin zahiri manasından başka asrımıza bakan önemli bir yönü bizzat Kürtleri ilgilendirmektedir.
Ancak bunu bir başka yazının konusu yapmak üzere, taleplerinin karşılığının ve reçetelerinin bu ayetin mesajında bulunduğunu Kürt toplumunun dikkatine arz edip, şifre çözümünü onlara bırakarak şimdilik geçiyoruz.
Surenin 1. ayetinde “İnsanları Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve hamde lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman” denilerek umumi bir hedef gösterilirken, 5. ayette ise “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah’ın (felaket) günlerini hatırlat” buyurularak, Musa aleyhisselamın şahsında daha hususi bir hedef gösterilmektedir.
Ayrıca, felaket günlerini hatırlatma emri de göze çarpıyor.
Canlarını kimler nasıl acıttı ise onların vurgulanması, ehl-i dalaletin baskılarıyla, işkenceleriyle, zulümleriyle çekilen felaket ve helaketli günlerin millete sık sık hatırlatılması da ayette emredilmekte.
Gerçekten de, saldırgan zalimlerin zulmü unutulmazsa, toplum onların fitne-fesad yüklü telkinlerine kulak vermez artık.
Baştaki ayetin ışığında, memleketimizi sarma riski çok büyük bir yangın tehlikesine bakmaya çalışacağız.
Gizli ve sinsi bir cereyan, içinde yaşadığımız Anadolu gemisini hemen her yolu tecrübe ederek batırmaya çalışıyor.
Bunlardan birisi de Türk-Kürt gerginliği…
Bu mesele, Anadolu’nun boynuna bağlanmış bir zincirdir ki, onun aslanlık yapmasına büyük bir manidir. Kırsa olmaz. Zira boynunda kalan parçası gitgide örseleyip boynu yara yapıp yine ölüme götürecek; kalan parçacıkların zangırdayıp durması ise sürekli rahatsız edecektir.
Öyleyse koparmak yerine tam da boyundan açarak kurtulmak icab etmektedir.
Evvela, birbiriyle asla savaşmamış, tersine asırlarca iç içe beraberce yaşamış olan Türkler ve Kürtlerin başına sarılan bu derdin tarihi geçmişiyle alakalı olarak bir belgeye bakalım:
“KÜRT, TÜRK KARDEŞİNDEN AYRILMAYACAK”
M. Kamal’ın, 3. Ordu Müfettişi olarak Amasya’dan, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği, 24 Haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi:
“1- Mr. Novil adındaki bir İngiliz Yüzbaşısı, Urfa’dan Siverek yoluyla Viranşehir’e giderek, Milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve Urfa’ya dönmüş. Osmanlı hükümeti için çok kötü propagandalar yapmış. Ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. Kürtler, Türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını, bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. Ayrıca İngilizlerin kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir…” [2]
Daha sonra, İngilizlerin bu aşkının içimizdekilere sirayet ettiğini ve onlar tarafından Anadolu’yu Türk olmayanlardan tahliye etme çizgisinde sürdürüldüğünü görüyoruz.
Eğer 3 Türk 5 de Kürt ailesi arasında bir çekişme yaşansa ve her iki taraftan da kayıplar verilseydi, bunun halli kolaydı.
İki taraf da toplanır ve onlara “kardeşler, koca bir vatanın harabeye dönmesine ve milletin yıkıcı harp hali yaşayıp durmasına son vermek sizin elinizde. Lütfen bir fedakârlık yapın, bağrınıza taş basın; millet ve vatan için kavgayı, düşmanlığı terk edip, dişlerini bileyip bizi gözlemekte olan dev canavarlara karşı yekvücut olun.” denilebilirdi.
Ancak kayıp sayısı kimi kaynağa göre 30 bin kimine göre ise 45 bini geçmiş olan içine çekildiğimiz bu kavganın bilançosu bunu teklif etmeyi artık imkânsız gibi gösteriyor.
Evet, bu millet acımasız ve zekice planlarla bir çamur deryasına çekilmiş ve orada bölüklere tasnif edilip birbirlerini boğmaları için amansızca komplolar üretilmiştir.
Türk-Kürt ayrışması, Araplar bizi arkadan vurdu planının bir parçasıdır.
Bu plan başarılı olmuştur.
Keskin hatlar oluşmuş, tekrar birleşmeyi önleyecek en etkili unsur olan kan fazlasıyla her iki taraf adına da dökülmüştür.
Artık önümüzde ırkı birinci plana alan ve intikam hırsıyla büyüyen yeni nesiller durmaktadır.
O bataklığa girildi ve nefsi müdafaa gibi haklı gerekçelerle de olsa içeride can kaybı arttıkça da maalesef bu alçakça plana hayat verilmektedir.
Bizden 3 ama onlardan 5 gitti kısır döngüsü, torunlarımızın da başına bela olacak bir felaketi büyütmektedir.
Bediüzzaman, Avrupa’yı bir yönüyle dükkâna bir yönüyle de kışlaya benzetirken; Asya’yı ise tarla ve camiye benzetmektedir.
Bu benzetmeyi devlet dikkate almalıdır.
Asya insanı ancak dini duyguların, maneviyatın canlandırılması, şahlandırılması ile harekete geçebilir.
Hususen Doğu insanı üzerinde âlimlerin, bölgede aktif olan medreselerin tesiri çok büyüktür.
Bu işin ne sadece Türklere ne de yalnız Kürtlere havale edilecek hali kalmamıştır.
Herkes diğerlerinden bir şeyler bekleme halini terk ederek özellikle kendi sorumluluk ve vazifesine yoğunlaşmalıdır.
Diyanet, STK’lar, üniversiteler, medreseler, cemaat önderleri, ulemanın geniş katılımıyla, hatta kıraathanelerde zaman katleden işsiz vatandaşlar da dahil olarak, fikir fabrikasına katkısı olabilecek ne kadar unsur varsa tamamından istifade edecek ve mahsulâtı tek bir havuzda toplayacak bir mekanizma süratle devreye sokulmalıdır.
İntikam gibi duyguların tahakkümünden sıyrılmışların semerelerini boşaltacakları bu havuzda, devlet denilen muazzam imkânı vasıta yaparak, insan olduklarını bütün vatandaşlara hem de iliklerine kadar hissettirecek derecede zekice çözüm yolları birikecektir.
Özgürlükçü yaklaşımdan liberalist anlayışa, Marksist bakıştan ekonomik değerlendirmeye kadar her pencereden meselenin analizine ihtiyaç vardır.
Tamamını kuşatıcı olarak İslâm’ı bildiğimizden biz meseleyi –avamdan da olsak- İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme etmeye çalışıyoruz.
Uzun boylu bir araştırma bile yapmadan, halktan birisi olarak, ilk akla gelen damlaları şimdilik farazi o havuza önceden bırakıyoruz:
Belki binlerce Bileyci Baba misal vakıf insanlar tebliğ için bölgede istihdam edilerek moral ve manevi değerler beslenirse eğer, nifak yerine ittifak sağlanır.
Mesela bir aşama olarak ırkçılık yerine müspet milliyetçilik anlayışına intikal edilir.
İslam kardeşliği inancı yayılarak, oluşturulan inanç birliği gönül ve duygu birliğini doğurur, bu da sosyal hayatta birlik ve beraberlik içerisinde olmayı netice verir.
Düşmanlığı besleyen duygular terbiye edilerek muhabbeti doğuran hislere kuvvet verilir.
Birisinin hatasıyla başkalarını sorumlu tutan zalimane anlayışın dehşeti açıkça ortaya konularak Adalet-i Mahza denilen tavizsiz hakiki adalete davet yapılır.
Bu suretle insanlar devletin adil davranacağından ve haklarının korunacağından emin olur, haksız muamelelere maruz kalmayacakları hususunda devlete itimad ederler.
Hem şahısların ferdi hayatlarını hem toplumsal hayatı hastalık gibi sarmış olan keyfi, baskıcı, diktatörce muameleler son bulur.
Fevkalade geniş bir hürriyet zemininin tesisi ile düşünme melekesi üzerindeki baskı kalkacak, örgütten korkusu kalmayan zihinler farklı düşüncelere kapı açacaklar.
İnsanlar sosyal ve siyasal hayatta kendini ifade edebilme, kararlara katılma imkânı bulunca aidiyet ve mensubiyet duyguları gelişecektir.
Asayişin temini ve muhafazası, dünyaya dönük saadetin önemli bir esasıdır.
İstikrar ortamı refahı getirecektir.
Bireylerin can ve mal güvenliği sağlanırsa, bölücü terör toplumsal taban bulamayacaktır.
Mesele ırk düzleminden çıkarılarak Müslüman olma şuuru canlandırılırsa; vatandaş din kardeşine karşı silah kullanmanın İslam’a ihanet, gayrimüslimlere ise hizmet olacağı bilincinde olacağından hiçbir yabancı güç onun eline silah tutuşturamayacaktır. İlaahir.
Bu mekanizmanın harmanlayacağı çözüm teklifleri birikimi kurum, görev, talimat ve uygulama gibi bir sıralamayla hayata yansımalıdır.
Evet, elmas ve kristalden yapılmış binaların içerisinde ekmek ve peynir dahi bulamayan bir insan olmanın garipliği zaten yaşanıyordu.
Örnek alınan medeniyet, toplumu zengin ama ferdi fakir eden bir mahiyet taşıyordu çünkü.
Bununla birlikte asayiş gibi olmazsa olmaz bir saha, bakan unvanı verilmiş bir yetkili ile belinde silah taşıyan zabıta güçlerinin performansına bırakılamaz.
Üç gün sonra sökülüp polisin kafasına fırlatılacaksa kaldırım taşı döşenmesin artık.
Bir zaman sonra çatışma alanı olacaksa meydan düzenlemeleri; patlayıcılarla enkaza dönüşecekse modern binalar yapılmasın.
Bir devlet için makyaj hükmünde olan düzenlemeler yerine, çoluk çocuğumuzun geleceğinin inşası da demek olan can ve ruh derecesinde konuların halli elbette daha elzemdir.
Bir internet sitesinde, okuyucu yorumlarından birisinde, bir Kürt tarafından yazılmış, adeta bölge insanının kalplerinde birikmiş ama duyamadığımız seslere tercüman olan şu ifadeler vardı: “Ben bir Müslüman olarak Allah’ın izni ile kıyamet günü siz Müslüman Türk kardeşlerimden şikâyetçi olacağım. Bizi kollamayıp, sahip çıkmayıp ve bizi inkâr edip kâfirlerin eline bıraktığınız için.”
“İmdat imdat” diye medet bekleyen nicelerinin beklentisi sükût edip tükenmeden, bölgeye musallat edilmiş dinsiz çete kendi vatandaşımıza ve bölgeye tamamen hakim olmadan, bu ateş yurda daha fazla yayılmadan, vicdan, güç, akıl, tecrübe gibi değerlerin pozitif bütün yardımları en mükemmel bir programla acilen muhatablarına ulaşmalıdır.
Kürtler, çözümün bütün anahtarlarına İbrahim suresi 5. ayetin yardımıyla ulaşabilirler.
[1] İbrahim Sûresi, 14:5.
[2] Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sh: 43
İlk yorum yapan siz olun