İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

BÜROKRATİK VESAYETİN SON RAUNDU

“Tamam doğruları konuşalım…” noktasına gelmek için koskoca bir asır geçti ve nice badireler yaşandı.

Lakin bu merhale de tekâmüle muhtaç.

Zira bundan sonra da, ortaya konulacak doğruların sağlaması (doğruluk testi) problemi ve kaynakların itibarı gibi yeni meseleleri halletmek icab edecek.

Ortaya çıkacak neticeye tahammül ve kabul gibi haller de ayrı bir fasıl.

Kim söylerse inanacağız?

Kimin nakilleri muteber ve gerçektir?

Bir adım daha gitsek mabud derecesine yükseltmiş olacağımız derecede sevdiğimiz bir sembolün içinin katran gibi çıktığını farz edelim.

Ne yapacağız bu durumda?

Neden yakın tarihin Nutuk ve İnönü dışında (birinci elden) başka ravisi yok ?

Karabekir’in el koyulup imha edilen binlerce kitabını, yasaklanan diğer kitapları, yurt dışına firar etmek zorunda kalan alternatif tarihçileri hatırlayalım…

Servis edilen yakın tarih” tabiri tam oturuyor yerine.

Nasıl 2 şahidi yeterli buluyoruz koca bir memleketin mazisine not vermek için ?

Nerede diğer kahramanları bu yurdun ?

Nerede diğer şahidleri o İstiklal Harbi’nin ?

Hangisinin isimlerini biliyoruz, hangisinin tarihçe-i hayatını okuduk mekteplerdeki kitaplarda ?

Neden isimleri kazındı 2-3 ismin dışında kalan kumandanların, düşünürlerin, alimlerin, devlet erkanının ?

Bir tek adam çıktı, yedi düveli elinin bir hareketiyle yerlere serdi. Bu muazzam hadiseye hiç kimse karışmadı. O tek başına bütün işleri hallediyor, bütün düşmanları herhangi bir askere, komutana, subaya, astsubaya ihtiyaç duymadan tek başına hallediyordu.

Bu memlekette sanki bir cennet hayatı yaşanıyordu,..

Bugünden evveli öyle bir anlatılıyor ki, ancak yeni doğanların kandırılabileceği bir yanlış tasvirdir bu… iyi ki doğruları anlatmaya yaşı müsaid olanlar var hala…

 Bunca yaşanmışlıklar, milletin elbise tercihine kadar müdahaleler; Anadolu insanının devletin tepelerinden ötelenmesi; divan-ı harbi örfi’lerin zulmen idamları; hükümetleri karargâhların tayin etmesi; sıkıldıkça tankların milli iradenin bacaklarını kırması; laiklik isminde kutsallaştırılmış bir zırhın içerisine saklanıp milletin inançlarına doğru sürekli tahrip edici hamleler yapılması; İngilizleşmeye Fransızlaşmaya hiçbir mani yok iken, İslamlaşmaya Araplaşıyorlar denilerek sürekli engel olunması; rakı sempatisi ile sarık nefretinde sembolize edilecek kadar değerler arası aleni tercihleri ve benzer binlerce can acıtan vakıayı bu millet aslında hiç yaşamadı da uyduruyor öyle mi ?

Bu ülkede fazlasıyla tehlikeli seyreden M. Kamal sevgisinin ciddi bir tashihi yapılmazsa bu ülkenin asıl bölünmesinin gerekçesi haline gelecektir.

Koruma kanunu ucubesi ayrı bir konu, bu sahanın çevresindeki korku duvarı ayrı bir konu.

Allah’a muhalefet edebilirsiniz, Allah’ın Peygamberine muhalif fikirleriniz olabilir. Fakat M. Kamal hakkında asla tenkidvari yaklaşamazsınız. Bu bir gerçek.

Öyleyse bu konu hep bu ülkenin ve bu milletin kanatılacak bir yarası olacaktır.

Şahsen her konuda en rahat kalem oynatanlardan birisi olduğum halde, sadece iki konuda temkinli yazmak zorunda olduğumu hissediyorum. O derece bir baskılama var. Bunlar Alevilik ve M. Kamal konularıdır. Asla bu iki alan hakkında eleştirel davranamazsınız.

Bu sebeple sorduğunuz herhangi bir suale de tatminkar cevap vermemizin yolu haliyle tıkalı kalacaktır.

Buna rağmen hulasa yaparak şu ölçüyü olsun söyleyelim:

Tevbe Suresi 30. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتْ النَّصَارَى الْمَسِيحُ ابْنُ اللّهِ ذَلِكَ قَوْلُهُم بِأَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُونَ قَوْلَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

Peygamberimiz Efendimiz (asm) bu ayete atıfta bulunarak, Hazret-i Ali’ye (r.a.) şöyle söylüyor:

“Sende, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi, iki kısım insan helâkete gider: Birisi ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ’ya, Nasrânî, muhabbetinden, hadd-i meşrudan tecavüzle hâşâ ‘ibnullah’ dediler.* Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, hadd-i meşrudan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir.”

(*)Müsned, 1: 160; Mecmeu’z-Zevaid, 9:133; Müstedrek, 3:123

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir