(eski bir yazıdır, o zamanın şartlarını nazara alarak okumalı)
DÜNYA büyük bir çalkantı yaşıyor.
Bu çalkantı, beraberinde ani ve umulmadık değişikleri de beraberinde getirmekte.
Rejimler yıkılıyor, liderler devriliyor, dengeler bozuluyor…
Özellikle İslam diyarlarını kuşatan bu dalgalanmaların –her ne kadar dünyanın büyük canavarlarının entrikalarla yönlendirme gayretleri olsa da- İttihad-ı İslam gibi hayırlı bir neticesi olacağı ümidindeyiz.
Müslüman fertler olarak o diyarlara bir faydamız olacaksa eğer, bu en kolay iki şekilde olur: Birincisi kavli dua, ikincisi ise kendi diyarımızı onlara da model veya destek olacak tarzda biçimlendirmek şeklinde fiili dua…
Bu duanın tatbiki, birey olarak içe dönük sahada cereyan eden mükemmel imanı kazanma cehdine asla ara vermeden, dışımızdaki alanlara dair elimizin yetişebileceği işlerden birisi olan isabetli rey kullanmak şeklinde yapılabilir.
Devlet olarak neler yapılabileceğini ise, vatandaş olarak neler yapabileceğimiz tayin etmektedir.
Bir vatandaş olarak bu fiili dua için önümüzde yaklaşan bir seçim fırsatı var.
Cumhuriyet’in kuruluşundan 14 Mayıs 1950 yılına kadar tek parti ile idare edilen Türkiye siyasetinde irili ufaklı çok sayıda siyasi renk ve aktör olmakla birlikte, bunların birçoğunu bünyesinde barındıran veya en etken olan dört ana damar söz konusu.
Bugün bu ana damarları temsilen CHP, MHP ve AK Parti etkili pozisyondadırlar.
Köken itibariyle İttihad Terakki’nin bozuk kısmına yaslanan, bütün mazisi siyasi desiseler ve mukaddesata tasallut ile dopdolu, Lozan’ın gereği (!) dini değerlerle kavgalı CHP…
İttihad Terakki geleneğinin izleri, devletçi anlayış, resmi ideoloji taraftarlığı gibi birçok hususta CHP ile aynilikler taşımakla birlikte, yaslandığı taban profili sebebiyle mensuplarının çoğunluğunda İslami hassasiyet de bulunan MHP…
Hürriyet taraftarı demokratlar…
Bu üç ana damarın dışında, Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin içinde filizlenip daha sonra 1970’te Milli Nizam Partisi adıyla ve İslami söylemlerle partileşen Milli Görüş çizgisini görüyoruz.
1972’de Milli Selamet Partisi adını alan, son seçimlerde ise Saadet Partisi ismini kullanan bu çizgi de liderinin vefatı ve içerisinden büyük kopmalar neticesinde bu parti ile iktidar olma şansını büyük ölçüde kaybetmiş durumdadır.
Risale-i Nur Külliyatı’nda CHP’ye dair şöyle bir ifade var: “…bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.” [1]
Demek ki CHP asla bu milletin iradesi ile değil sancak seçim hileleri gibi yollarla işbaşına gelecek ve gelmiş.
Millet Partisi veya şimdiki MHP, başlangıçta sırf Türkçülük damarı ile şekillenmekle birlikte, sonraları din ile barışık olma gereğini görmüş ve İslami figürlere de bünyesinde yer açmış.
Bunun sonucu olarak içerisinde barınan Şamanist kol zayıf düşerken, özellikle tasavvuf ağırlıklı bir İslami şuurlanma yaşanmıştır.
Bu gelişme ülkücü hareketi diğer kümelerle de buluşturmuş, siyaseten bakıldığında hasım sanılan çok sayıda insanla dergâhlarda, tekkelerde, zikir meclislerinde, dershanelerde kucaklaşma sağlanmıştır.
Demokratlar, Hürriyetperverler veya Liberaller ise evvela Ahrar Fırkası, daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, DP, AP, DYP ve nihayet şimdi belli bir oranda da olsa AK Parti adıyla temsil edilmişler.
Memleketin istikbali açısından bütün dengeleri alt üst etme istidadı taşıyan bir seçim arifesindeyiz.
Eğer iktidardaki parti düşse, ya Halk Partisi (CHP) veya MHP iktidara gelecek.
CHP alenen İslam’a karşı konuşlanmış, adeta bu CHP’nin genetiğine kodlanmış olmazsa olmaz bir vazifeymiş gibi, önüne İslam’a ait her ne çıksa bu parti şiddetli bir öfke ve saldırgan bir tutumla onu kazımaya çalışmış.
Son olarak neredeyse Meclis’in tamamına yakın milletvekilinin imzalarıyla alanı genişletilen bazı temel hak ve hürriyetleri “laikliğe aykırı” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne götüren ve iptal ettirenler, özgürlük ve çağdaşlık nutuklarıyla artık bu milleti kandıramayacaklardır.
MHP son operasyonlarla ulusalcılık çizgisine çekilmeye ve dindar kesimlerle tabanı arasına kapanmaz mesafeler konulmaya çalışılıyor.
AK Parti ise, statükoyu değiştirmeye soyunmuş ve bu hususta önemli de mesafe almış bir parti görünümünde.
Burada önemli bir sual akla geliyor: Bu millet neden CHP ve MHP çizgisini bir türlü iktidar yapmıyor?
Buna benzer haller evvelce de yaşanmış. Adnan Menderes’e Bediüzzaman’ın talebeleri tarafından yazılmış bir mektupta, o zamanki Millet Partisi kastedilerek aynen şöyle denilmiş:
“Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Parti’ye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz.” [2]
Siyasetle alakası parti ve lider taassuplarından azade, sadece fikir ve düşünce eksenli birisi olarak, toplum hayatına ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden Halk Partisi’nin iktidara gelmemesi için büyük rol MHP ve AK Parti seçmenlerine düşmektedir.
CKMP’den MHP haline geldiği 1969 yılından bu yana, yarım asra yaklaşan geçmişiyle sadece tepki oylarıyla varlık alanında kalabilmiş bir MHP’nin iktidar olma ve milletin inançlarına paralel bir düzen kurma ihtimali ne kadardır?
Hissi milliyetçilik bir devleti düzenlemeye, yönetmeye, dünyanın dev canavarlarına karşı korumaya, milleti ve ülkeyi mamur etmeye yeterli midir?
MHP camiası üzerindeki dinden koparma operasyonları ne derece sonuç vermiş, ne kadar etkili olmuştur?
MHP üst yönetimi milletin inançlarını ve değerlerini temsilden uzak bir yapıya büründürülmüştür, iddiası ne derece doğrudur?
CHP+MHP koalisyonu planıyla CHP’ye can simidi olarak neden MHP sunulmak istenmektedir?
Bunlara benzer birçok sualin zihinlerdeki cevabı seçmenin rey tercihini belirleyecektir.
AK Parti ise, Bediüzzaman’ın Ahrarlar’a[3] (Demokrat Parti’ye) hitaben sarf ettiği şu ifadesi ile bağları nisbetinde bizim gibi insanlara yakındırlar:
“İnşallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” [4]
Yani, hürriyetperver demokratlar, Allah’ı ve adaletini dışlayan, dinsiz bir zulümle hükmeden keyfi idareyi kaldırıp İslami formata uygun bir hürriyet ortamının oluşmasına vesile olacaklar.
Unutulmamalıdır ki, Bediüzzaman’a göre Ahrar ve Demokrat olmanın gereği “Şeâir-i İslâmiyeye” (İslam’a ait bütün sembollere ve değerlere) taraftar olmaktır.
Katıksız, bulaşıksız bir şekilde İslam’ı esas alan bir yapının, milletin yüzde altmış, yetmişi tam dindar olmadan şimdiki siyasetin başına geçemeyeceği anlaşılıyor.
Bu tahakkuk edene kadar İslam Hukukunun temel esaslarından biri olan “ehven-i şer” yani daha büyük şerden kurtulmak için, daha ehven olan tercih edilir” düsturuna yine müracaat edilecek demektir.
Partilerin birbirlerine dair yaptıkları bütün acımasız ve yalanlarla örülü muhtelif propagandalarından etkilenmemek imkânsız ama sağlıklı bir karar verebilmek için, seçmenin vicdanını epey bir zorlaması ve imanî zekâsı ile yakın tarih bilgilerinden takviye alması gerekmektedir.
Yine unutulmamalıdır ki, asıl siyaset bütün mü’minlerin bizzat iştirak etme durumunda olduğu Siyaset-i Aliye-i İslamiye yani beşerin bulaşık elinin değmediği “İslam’ın Yüksek Siyaseti”dir.
————————–
Not: Bu tahlil elbette İttihad Terakki’den 2011 Mayıs’ına bir bütün olarak bakıldığında nazarımızda böyle görünmektedir. Yoksa partilerin mensuplarının iç dünyalarındaki algıları, partilerine samimi bakış biçimleri, hayal dünyalarındaki parti yapıları ayrı bir bahis konusudur.
[1] Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 128 – s.1897
[2] A.g.e. Mektubun altında imza kısmında şu ifade vardır: Demokratlar âzalarından Nur talebeleri Mustafa, Nuri, Nuri, Hamza, Süleyman, Hasan, Seyda, Receb, İbrahim, Faruk, Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmed.
[3] Ahrar, dindar olmasa bile en azından dine hürmetkâr insanlar topluluğudur. Ahrar kelimesi, “hür insanlar” anlamında olup her türlü baskı ve despotizme karşı olanları ifade eder. (Doç. Dr. Şadi EREN)
İlk yorum yapan siz olun