“Mesih Deccalın fitnesinden… Ahirzaman fitnesinden…
(Sana sığınıyoruz Allah’ım).”[1]
***
Uzmanların deyişine göre, bir çocuğun eline karton verilse ve bir şekil yapması istense, ilk yapacağı şekil umumiyetle küp biçimi oluyormuş.
Yani Kâbe gibi, duru, saf, sade, anlaşılır, karmaşadan uzak…
Müslümanın fikir ve ruh dünyasının da –eğer fıtratı bozulmamışsa, günah lekeleriyle, evham, vesvese, şüphe gibi arızalarla masumiyetini yitirmemişse- aynı netlik ve saflıkta olması gerekiyor elbette.
Böyle olması gerekiyor lakin çok şaşırtıcı hallere şahit olmaktayız.
Müslümanlar, İslam dünyasının tamamını alakadar eden ve dehşetli tahripler yapacağı bildirilerek, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırdığı[2] ve özellikle Efendimiz (asm.) tarafından haber verilip ümmetin uyarıldığı müthiş bir şahsın[3] tespiti hususunda inanılmaz bir kargaşa yaşıyorlar.
İşin en akıl almaz yanı ise, Müslümanların bir kısmının o dehşetli şahsın son derece olumsuz bu kimliğine itiraz ederek, yaşanmış diğer zamanları yok sayarak onu Tek Adam, Tek Kurtarıcı kabul edip, dehşetli icraatlarına taraftar olmalarıdır.
O derece ki, Kur’an “Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur”[4] ferman ettiği halde, o adamın çizgisine tabi olup, bir mazarratın def’i için çocuklar ve yaşlılar dâhil binlerce masumun telef olmasına hem de ısrarla tarafgir olabilmektedirler.
Milletin selâmeti için denilerek binlerce insan feda ediliyor, şahsi haklar göz ardı ediliyor.
Kur’an, bir ferdin hakkının toplum için de olsa feda edilemeyeceğini, her hakkın Allah katında büyük olduğunu, hakkın küçüğüne, büyüğüne, azına, çoğuna bakılmadan korunması gerektiğini emrettiği halde, sayısız mâsum ve mazlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor.
Ve Müslüman, Allah’ın tehdidine rağmen bu zulüm anlayışını müdafaa ediyor, kime taraftar olduğunu ise adeta büyülenmiş gibi idrak edemiyor.
“O olmasaydı…” diye başlayan şirk cümlelerini ne kadar da kolay ve sık kuruyorlar…
Dünya nüfusunun büyük bir kısmı, Karl Marx’ı proletarya’nın halaskârı olarak görmüşler; Lenin’den Troçki’ye kadar bir sürü kezzab, bazı insanlar tarafından bir halaskâr, bir kurtarıcı gibi alkışlanmıştır.
Zaman zaman İslâm dünyasında da, bazılarına kurtarıcı nazarıyla bakılmış, hatta –hâşâ– “O Arapların Peygamberiydi, Medine’nin Peygamberiydi, bu da bizim ki!..” deme dalalet, cehalet, gaflet ve küfründe bile bulunulmuştur…[5]
Anladığımız kadarıyla bunun en görünür sebebi, bu tahripçinin aldatma yoluyla iş görmesine dayanmaktadır.
Hakk’ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.[6] Ayetindeki gibi münafıkane bir tavırla hak ile bâtılı karıştırıp, asıl ve dehşetli kimliğini ustaca gizleyerek ümmeti ifsad ve idlale çalışan bu habisin şerrinin şeytandan daha etkili olduğu,[7]. ve ondan “Mesihü’d-Dalâle” Sapıklık Mesihi diye de söz edildiğine hadis-i şeriflerde rastlıyoruz.[8]
Yine bir hadis-i şerifte, onun özellikle, yalancı, dalâlete sürükleyici”[9] özelliğine dikkat çekimektedir.
Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, “yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, ifsad edip bozan, nifak yayıcı mel’ûn bir kişidir.”
Rivayetlerde Deccalın çıkışı, kâinatın en korkunç hadiselerinden birisi olarak gösterilmiştir.
Diğer asırlardaki meşhur zorbalardan en belirgin farkı ise; kuvvet, kudret, kabile, aşiret, cesaret veya servet gibi saltanat vasıtalarına sahip olmadığı halde, zekâsı, bilgisi, siyasi dehasıyla önderliği ele geçirir ve akliyle çok âlimlerin akıllarını büyüleyip kendisine fetvacı yapar.
Bu gerçek hadislerde de bildirilmiştir:
“Ümmetimden başı sarıklı yetmiş bin âlim kişi, Deccal’e tabi olacaklar.”[10]
Salih bildiğim birçok dostun, ona, rejimine, icraatlarına, dehşet ve vahşetine taraftar olması beni sürekli düşündürürdü.
Meselenin âlimlere bakan boyutu böyle karmaşık olunca, halka bakan vechesi ne derece kargaşa arz eder varın hesap edin.
Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lakin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara cahil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (ayet, hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar. [11]
Ahir zamanda dalâlete (nurdan zulmete) götüren imamlar şeklindeki deccâl tiplemelerinin zararının çok büyük olduğu anlaşılıyor.
Kütüb-ü Sittede bildirildiğine göre: ashab devrinde, bu ikazları heyecanla dinleyen sahabeler, Deccal’ın şerrine karşı çocuklarına telkinlerde bulunup ikaz ve talim ediyorlardı.
Kur’anda tağut tabiri ile ifade edilen Deccal ve Süfyan’ın ve cereyanlarının inkâr edilmemesi halinde, sebeb-i necat (Cehennemden kurtuluş sebebi) olacak imanın kazanılamayacağına dikkat çekilir. Şöyle ki (Bakara, 256) şunu da katiyyen ifade ediyor ki: Mü’min-i muvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya azmeylemektir.”[12]
“Kim ki ona (Deccal’a yani cereyanına ve o cereyanın cemiyete aşıladığı çılgın sefahete) iman edip tabi olur ve onu tasdik ederse, artık onun geçmiş hiçbir salih ameli ona menfaat vermeyecektir… Ve her kim onu tekzib edip yalanlarsa, onun geçmiş günahlarının hiçbirisinden muaheze edilmeyecektir.”[13]
Bu korkunç hakikati efsunlanmış o dostlarımıza en uygun şekilde hatırlatmamız gerekmektedir.
Hadisin ifadesiyle “Mesîh-i Dalâl ve a’ver-i kezzâb” olan”[14] meçhul (gaib) bir şer olduğu rivayet edilen bu önderin aslında kartondan olan dev imajını buruşturup atarak, toplum üzerindeki sihrinin artık çözülmesi için büyülenmiş insanlarımızın kendisine gelmesini sağlayacak çok özel çalışmalara ihtiyaç görünüyor.
Yazımızı“Rasûlüllah aleyhissalatü vesselamın Kur’an-ı Kerim suresi öğretir gibi öğrettiği şu dua ile bitirelim:
“Allahım! Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım. Mesih Deccâl‘ın fitnesinden sana sığınırım. Ölümün ve hayatın fitnesinden sana sığınırım.”[15]
Rabbimiz, Kabe saflığı ve duruluğuna sahip olmamız için bizi hakkı hak bilip, ona tabi olan ve batılı batıl bilip ondan sakınanlardan eylesin. Amin.
[1]– Buhari, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46, Ezan: 149, Cenâiz: 88, Fiten: 26; Müslim, Mesâcid: 127, 128, 130-134; Müsned, 6:139.
[2]– Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
[3]– “Hz. Adem’in yaratılışından itibaren Kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur.” (Müslim, Fiten: 126)
[4]– Maide Suresi, 32. ayet meali
[5]– Bknz: http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?konu_id=707&yumit=bolum2&sayi_id=75
[6]– Bakara Suresi, 42. ayet meali
[7]– Ramûzül-Ehadis, s. 518
[8]– el-Heytemî, Mecmaü’z-Zevâid-I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 7:348.
[9]– Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI (Kahire: 1313), 5:372.
[10]– Bknz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, s. 796; Mevsuatu’s sunne, El-kütüb’s-sitte ve Şüruhuha 22, Müsnedu, Ahmed B. Hanbel 3-4, Tunus: Daru Sahnun, 1992. 22.c, sf.224: Ebu Bekir Abdürrazzak b. Hemmam, Abdürrazzak es San’ani , El Musaannef, XI, 393: ayrıca bknz: “Deccal’a, İsfehan Yahudilerinden taylesanlı (sarıklı ve cübbeli) yetmiş bin kişi tabi’ olacaktır.” Müslim, Et-Tac Ali Nâsıf el-Hüseynî, c.5/s.627
[11]– Buhari Tecrid-i sarih: 2174
[12]– Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır s. 869
[13]– Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/16
[14]– İmam Ahmet b. Hanbel, Müsned, , 2/437
[15]– Müslim (Mesacid, 134, 1/413) Ebu Nuaym Müsnedül Müstahrec(2/188) Tirmizi (3494) Ebu Davud (1542) Nesai Kübra(1/662) Nesai(4/104) Malik (1/215) İbni Mace(3840) Müsnedi Rabi(1/198) İbni Hibban (995)
İlk yorum yapan siz olun