O dönemler, dünya hâkimiyeti noktasında Osmanlı ve İngiliz vardır sahnede.
Daha sonra ABD ön plana çekilecek, İngilizler sütre gerisinden kavgayı sürdüreceklerdir.
Kale kapılarını kıran güç yani koçbaşı olarak ABD rol alacaktır.
İşte o geçiş döneminde, ziyadesiyle yıpratılmış, içeriden çürütmek için bin bir pusu atılmış ve her tarafından kuşatılmaya çalışılan Osmanlı’yı tamamen yere serip öldürücü vuruşu yapmak için İngiliz-Yahudi mekanizması bir plan kurar.
Bu planın tahakkuku için Osmanlı ordusundan bir subayı başrol oyuncusu seçer ve yeni oyunu onun üzerinden kurarlar.
İlk aşamada bu subay ekibi kurar, sayıları 17 olur.
Sonra merkez daireyi oluşturan bu ekip gittikçe genişler ve çoğalır.
Özellikle her darbe döneminde kadroda tazelikler ve artış yaşanır.
12 Eylül 1980’de şu kadarken, 28 Şubat’ta bu kadar olur vs.
Son yıllarda bu çekirdek kadro, aralarından eksilenler ve yeni katılanlarla birlikte 300’den ziyade olur.
Yakın tarih bu kadronun onlarca Truva atı içerisinde kendi ailelerine ait binlerce sırdaş ve yoldaşlarının ülkeye sokulması; onlara ekonomik bakımdan bütün kapıların açılması; kritik bütün kadrolara o ailelerin çocuklarının yerleşmesi, stratejik kurumlar oluşturularak bu çarkın ve sistemin savunma mekanizmasını oluşturmasının hikâyesidir bir bakıma.
Potansiyel taban olarak ideolojik bazı gruplar ile etnik ve mezheb temelli bazı oluşumları tepe tepe kullanır, hatta onları besler ve büyütürler.
Böylesi her örgüte yaşaması ve filizlenmesi, palazlanması için yol verirler ama her birinin boynunu büküp kırıp atacak bir halkayı da mutlaka o grupların boynunda takılı bırakırlar (!).
Bu sayede, ne zaman dilerlerse, dilediklerini mezara gömecek veya tek safta aynı hedefe karşı toplayabileceklerdir.
Tepeden inerek ele geçirilmiştir bütün hassas kadrolar.
Mevcut devlete ve topluma format çekeceklerdir.
Bunun için eskisine dair bir iğrenme yenisini ise parlatmak gerekmektedir.
Format kanunlar yoluyla yapılır.
Direnenler süpürülüp kabristanlara atılır veya sürgünlerle atıl hale getirilir.
Tarihçi görünümlü, Hammer gibi yabancı, Emin Oktay gibi yerli gibi görünen yine yabancı kaynaklar vasıtasıyla eski bütünüyle, bütün mefahiri ve değerleriyle beraber tiksindirici bir hüviyette takdim edilir.
İlk başlarda Meclis’te bu milletin dinini Hıristiyan yapmayı bile teklif ederler, tartışılır, şiddetli tepki gördüğü için bunu yapamazlar.
Getirdikleri başkalaştırıcı yeni elbiseyi artık dikey takdim etmeyeceklerdir.
Yani mesela doğrudan, çayı terk et rakı iç demeyecekler, mevcut çaylar artık bozulmuştur ve zehirleyici bir mahiyettedir, rakı ise çay ihtiyacımızı ve çay özlemimizi giderecektir gibi takdimlerle toplumun direnişini kırma yolunu takip etmişlerdir.
Bunda başarılı olmuşlar, hatta bu taktikleri onları örten en kalın perde olmuş ve hala toplumda bu yüzden onlar hakkında bulanıklık yaşanmaktadır.
En zavallı kurbanlarının bile onları hararetle müdafaa edişleri bu yüzdendir.
O bulanıklık sebebiyledir ki, aynı aileden bir kardeş bunlarla şiddetli mücadele ederken, diğer kardeş ise bunları amansız bir şekilde savunacaktır.
Birkaç ayet mealinin üzerinden örneklemek gerekirse kısaca şunlar yaşanmıştır:
Doğrudan kafir, müşrik gibi bir net tavır yerine, münafıkane bir yol izlemişler, “ıslah edicileriz” ayetinin toplumsal hayatta resmen tezahürünü sergilemişlerdir. (Bakara 11, Hem onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın.” denildiğinde: “Biz ancak ıslah edicileriz.” derler.)
Eskiyi red ve yeniyi ise onun yerine ikame için sürekli Mutaffifin 13’te ifade edilen halin bizzat benzerini sergilemişlerdir. (Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, “eskilerin masalları” der.)
Neden peki ?
(Şura 13, Fakat senin kendilerini davet ettiğin bu din, müşriklere ağır geldi.)
Nasıl büyütülüp kahraman yapıldılar ? (Şuara, 226- Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?)
Bu arada, Secde 16’nın tarif ettiği erler de boş durmaz elbette. “Korkuyla ve ümitle Rablerine yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları yatak yüzü görmez.” gibi tariflerden tanıdığımız o erlerden birisi mesela ahir zamana dair bir Hadis-i Şerifi izah sadedinde bu çetenin devrinin özetini yapar. Bu özetten şunları anlıyoruz:
Bugünlerden haber veren o Hadis-i Şerif’ten mülhem olarak o şefleri olan şahıs, çetesi ve rejiminin birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.
Yani, bir günü, devlet olarak hükmettiği bir devrede öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene o derece tahribat yapılmaz.
İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yani yıkım ve tahribi yapar.
Üçüncü günü ve devresinde, bir senede yaptığı değişiklikler on senede yapılmaz.
Dördüncü günü ve devresi ise âdileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır”
Ve biz şu an o dördüncü gün yani devresindeyiz.
Artık savunma mevzilerindeler. Artık iplikleri pazara çıkıyor. Artık yavaş yavaş da olsa toplumun gözlerine ve kalbine yapılan büyü bozulmaya başlıyor.
İmtihan bu. O iki kardeşin de imtihanı bu.
Hadiseleri nasıl okursan ona uygun mevziden ateş edersin.
Bu mevzi ise ya bu ayetlerin ve hadislerin muhteşem mevzileridir ya da bu ayet ve hadislerin en büyük düşmanlarının…
Doğru tercih için, Resulullah aleyhissalatü vesselamın o duasına ne kadar muhtacız değil mi ?
اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اِتِّباَعَهُ وَ اَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ اٰمِينَ
“Allah’ım! Bizi hakkı hak bilip ona tabi olan,
batılı batıl bilip ondan uzak duran kullarından eyle!
Allah’ım! Bizi bununla rızıklandır.”
İlk yorum yapan siz olun