Küçüktüm. Ankara’da Kartaltepe mahallesinde oturuyoruz.
Bir evde yangın çıktı, bütün mahalle oraya döküldü. Evin sahibi amca tektek’çi, kafayı bulunca kendisi tutuşturmuş evi, belki de sarhoşluk sebebiyle…
Kimi kovayla su getiriyor, kimi yanan eşyaları çıkartıp bahçeye atıyor, herkes telaşla yangının derdinde… Bir de baktım, bu amcabey de, kafası hala dumanlı, gitti, sanki başka yer yokmuş gibi, bahçeye atılmış bulunan ve üzerinde ateş ve dumanlar çıkmakta olan büyük mutfak tüpünün –hala yandığı halde- üzerine oturdu, cebinden bir sigara çıkartıp gayet sakin bir şekilde yaktı… Nokta. Hatıram bu kadar
Yine bir gün, Sanatoryum Hastanesinde çalışıyorum. Hastane çaycısı, su, elektrik, tesisat, bardak demlik gibi bütün malzeme, çayocağına tahsis edilen oda vs her şey hastaneye ait olduğu, kendisi ise sadece çayı demleyip dağıttığı halde çaya zam yaptı. Mesai arkadaşlarım söylenmeye başladılar, ben de orada yeniyim daha. “Arkadaşlar, madem öyle boykot edelim bu durumu, birkaç gün çay içmeyelim, o da çaresiz dize gelir ve zamdan vazgeçer” dedim. Herkes kabul etti ve hiç kimse çay talebinde bulunmadı.
Çaycı geliyor, tek tek süzüyor herkesi ama çıt yok, şaşkınlık içinde çıkıp gidiyor.
Derken aramızdan bir arkadaş, “ya beş kişi içmezse ne olacak sanki, bizim yaptığımız da iş mi…” filan gibi bir itiraz ile çay söylemez mi kendisine.. Anında boykotu ve personelin direncini kırdı ve zamlı çay onaylanmış oldu.
Nasıl ki evimiz tutuşup yanmaya başladığında iki seçenek vardır hani… Ya “Kim yaktı lan evi…” diye bağırıp işin failinin evin çocuğu mu, annenin ihmali mi olduğuna kilitleniriz veya evvela ateşin bir an önce söndürülmesi derdine düşeriz…
Bir ev yangınından verdiğimiz misali büyütelim biraz.
Koca bir memleket, dört tarafından, içerideki kundakçılar ve dışarıdaki dev canavarlar tarafından içindekilerle birlikte yakılmak isteniyor. Her tarafı tutuşturuyorlar. Görüyoruz.
Ama o gözü dönmüş düşmanlık “bak hep senin yüzünden başımıza geldi bunlar” diyebilmenin derdinde.
Millete saldıranlara dönük en ufak bir gayret göstermediği halde, tersine bu saldırılarla amansız boğuşma içerisindekilere dönük anlamsız bir husumetin kavgasıyla yanıp tutuşmakta.
Nerede nasıl büyüttünüz böyle garip düşmanlığı…
Hani, Yahudiler, “Peygamber gelecekse benî İsrail’den [Yahudilerden] gelmeliydi” demişlerdi ya.
Bunun farklı versiyonuna, bu vatana bir iyilik yapılacaksa sadece biz yaparız, başkasının yaptığı illa kötülüktür. Bu vatanı sadece biz severiz, başkası illa düşmandır gibi biçimlerde şahit oluyoruz. Eğer milletin kahraman ilan ettiği birisi kendilerinden değilse, o zatı gözden düşürme adına bu ülkenin düşman tarafından tar u mar edilmesi, dış merkezler tarafından devlete müthiş zararlar verilmesi, ordumuzun, emniyet güçlerimizin hezimete uğramasına kadar “bakın biz size demedik mi, hep bu adam yüzünden işte, diyebilmek için akla gelmeyecek uçlara savrulabilmenin izahını yapmak çok zor.
Ülke menfaatine yapılan bütün iyileştirmeler, güldürecek derecede bir itirazla ve illa burun kıvrılarak karşılanıyor, devletin güç kazanmasına dönük bütün şaşırtıcı müsbet değişimler, küçümsenip karalanıyor, bir milliyetçinin hayal bile edemeyeceği milli hamleler tezyif ve tahkir yağmuruna tutuluyorsa ilaahir.
Devlet terörist örgüte, sonucu dışarıya taşacak hayati öneme sahip bir operasyon yapıyor, bizimki ise operasyona taraf çıkmadığı gibi, o örgütün söylemlerini aratmayacak ifadelerle halkın moral desteğini zaafa uğratacak ve örgütün haklılığı iddiasına güç verecek, devlet hakkında şüpheler uyandıracak iddialar ve yorumlar peşinde koşuşturuyorsa…
Milli kuvvetler hem de dışarıda sahada o günün milli bayram olarak kutlanmasını icab ettirecek derecede bir muzafferiyet kazanıyor.
Bizimkiler ise aman kimse duymasın, bu adama olan rağbet artar, bu adamın başarılı olduğu kanaati oluşur gibi endişelerle bu muhteşem operasyona kör ve sağır kalıyorlarsa…
Düşman içeride bir felaket kurgulayıp icra ediyor. Büyükbaşları ise arsız bir tavırla bunu kınama gösterileri yaparken medyadaki silahşörleri de -canımızı alanların cenahından oldukları halde- caniliği yapan faillere tek kelime etmeyip, bir de devleti suçlamıyorlar mı ? Nasıl çatlamaz insan…
Daha beteri ise, bir de bakıyorsun ki, devlete saldıran ne kadar komünist, anarşist, mason, Kürtçü, ajan artığı varsa onlara bizim yanımızda görünen yüzlerce insan da aynı ifadelerle, aynı iddialarla, aynı kurgularla, aynı taleplerle katılmıyor mu ?
Düşmanla bu kadar aynileşmek, bu kadar savrulmak, bir zamanlar toz kondurmaya kıyamadığımız müessese ve makamlara ağız dolusu sövme noktasına gelmeler, bu derece mahiyet değişikliğine uğramak nasıl olur ?
Mezarından bir zamanlar en büyük düşmanımız olan Lenin ve Stalin kalksa gelse ve deseler ki, “sizin gıcık kaptığınız o adamın hakkından biz geliriz, bize destek veriniz…” Lenin ve Stalin birer evliya birer milli kahraman gibi tasvib edilir, rağbet görür, rahmet okunarak alkışlanır bundan eminim.
O derece ölçü tanımaz bir düşmanlık pompalanmış bu tanıdıklara.
Hıristiyan dünyanın iki büyük mezhebinin ruhani lideri kucaklaşıp güç ve söz birliği yapıyor… ABD ve Rusya’yı ortak hareket etmeleri noktasında birleştirme çabaları için Kissinger Rusya’ya Putin’le görüşmeye gidiyor. Putin, Çin, Esed ve Acem ırkçısı İran tek bir safta toplanıp bize atış yapıyorlar.
Sair Avrupa ülkeleri ve İsrail farklı manevralarla uyum birliği içerisinde bizim çevremizdeki çemberi soluğumuzu kesecek şekilde daraltmanın gayreti içerisindeler.
Bizim vatandaş ise hala oturmuş, cumhurbaşkanının ağzı Kur’anlı ve vefat etmiş anasına galiz biçimde söverek Türk milliyetçiliği veya Türk solculuğu yapıyor.
Muhafazakar kesimin ittihadına mani bazı dertler var ki yanlarına bile yaklaşmak zor. İşin acı tarafı bunları seslendirmek bile yıkıcı neticeler veriyor, büyük gerginliklere ve husumet kabarmalarına yol açıyor.
O yüzden sadece konunun dışından biraz yaklaşan bir misal veriyorum.
Dikkat ettim ve gördüm ki, itiraz eden arkadaşlarımın bir kısmı ulusalcılık bir kısmı Atatürkçülük kaynaklı bilinçaltı kalıplarına sahipler. Siyasi rakiplerinin aynı oluşu eşiğinden ilk teması kurarak gittikçe ‘Dini öteleyen Rejimci Tayfa’nın etkisi altına giriyorlar.
Zihnine depoladığı kalıpların zamanla hangi kaynaktan geldiğini hatırlamaz insan.
Mesela Marksist bir kitaptan aklına bir fikir yerleşir kalır, Marksist olmadığı halde, o fikrin zihnine nereden gelip yerleştiğini hatırlamadan bir zaman sonra kendisini o fikri savunur bulur.
Kendisi namaz ehli olduğu halde, namaz hakikatinin en dehşetli düşmanlarıyla bazı arkadaşlarımızı bir çizgiye getiren ve kurşunlarını yönelttikleri hedeflerini aynileştiren sebeplerden birisi de budur.
Farklı bir konuyu misal olarak göstereyim.
Bediüzzaman hazretleri inkâra götüren psikolojik sebeplerden bahsettiği bir yerde şöyle diyor: “Hem meselâ, farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor. Ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve mânen diyor ki, keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasaydı! Ve bu arzudan, bir mânevî adâvet-i İlâhiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-i İlâhiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder; büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder.” (Bediüzzaman, İkinci Lem’a)
Yani, adam farz namazını kılmıyor mesela. Bunun hesabını bir gün vereceğini düşününce kurtuluş yolu arıyor. Adım adım vesveseler kalbine hücum ediyor. Keşke bu ibadet mecburi olmasaydı diyor. Gittikçe bu mecburiyete icbar eden Rabbine karşı itirazla başlayıp düşmanlığa kadar süren arzuların içerine sürükleniyor. Bu vaziyette iken, o Rabbin varlığına dair zerre kadar bir şüphe önüne çıksa ona can simidi gibi yapışıyor. Bu kaymalar onu ebedi bir felakete kadar sürükleyip götürüyor.
İnsan psikolojisine dair bir misaldi bu. Ufacık bir delilin (!) ne büyük facialara yol açtığını da gösteriyor.
Dezenformasyon, bilgi kirliliği, algı operasyonu gibi mefhumların hakim olduğu bu zaman diliminde de, dost kuvvetlerin safında olması gerekenlerin bir kısmını, bu kuvvetlerin karşısına iten böyle haller de oluyor işte.
Hatta bu kuvvetlerin içerisinden birilerinin yaptıkları hatalar büyük bir delil hükmünde bu tiplere kuvvet veriyor. Haklılık duygularını pekiştiriyor. Bu konuya da sadece temas edip geçiyorum.
Not: Söylendiğinde, duyulduğunda, yazılıp çizilip paylaşıldığında, birilerine anlatıldığında sadece mesela PKK’nın, mesela İtrail’in, Rusya’nın, ABD’nin rahatsız olacağı paylaşımlara ilk tepkinin neden bizim arkadaşlarımızdan geldiğini, onların neden rahatsız olduğunu anlamadan ölüp gidersem gözlerim açık kalabilir.
Eski arkadaşlarım bilsinler ki, bizim dönemimiz ekim mevsimiydi. Bizi ektiler, şimdi hasat edecekler.
Asıl savaş asıl kavga şimdi başlıyor.
Bu sebeple, eski gözlüklerle hadiselere bakarsanız, ortalıkta dönenleri de doğru seçemez, girmeniz gereken mevziyi de şaşırırsınız.
Eski yapılar, eski isimler, eski ünvanlarla ortada duranlara eski yaklaşımlar ve sahiplenmeler ile bakarsanız, onlardaki mahiyet değişimine kör kalırsınız.
Halbuki er zannedilen bazılarının hünsa olduğu ortaya çıktı; eskiden mescid olan bazı yerler bugün umumhane oldu; eskiden dua olduğunu sandığınız yazıların bugün ölüm muskası olduğu anlaşıldı.
Bu yüzden Bediüzzaman’ın şu sözünü dikkate almak icab ediyor: “eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl…”
————————
Türkçülük birçoğumuzun hayatında dinin elinden belirleyiciliği almış artık. Dini hassasiyetlerden daha etkin, daha ön planda, daha biçimlendirici, daha öncelikli. Dinin kabul biçimi ve kalbe yerleştirilişinden hayata neresi nasıl ne şekilde tatbik edileceği hususlarına kadar karar verici mekanizma Türkçü bilinçaltıdır.
————————
Paralel nedir ?
İçimizden birilerinin mensup olduğu, ta ciğerlerimizde yerleşmiş bulunan ve her kılığa girebilen binbir suratlı bir örgüttür. İşyerimizde, resmi kurumlarımızda, ordumuzda, emniyette hemen her kurumdaki personelden bazılarının emrinde olduğu bir casusluk örgütü. Yanımızdaki evde, karşımızdaki masadalar. Bizden uzakta değiller, aynı yerde aynı havayı solukladıklarımız bunlar. Dolayısıyla devletin her yerinden bilgi alma ve aktarma yapabilmeleri her zaman mümkün. Sıkça rastlıyorum, “Bulmuşlar bir şamar oğlanı, Paralel yaptı der işi kapatırlar.” gibi cümlelere. Her kim söylerse söylesin, bu bir canavarın kanlı izlerini örtmektir. Bu milletin can damarını kesen bir hasmı gizlemektir. Bu milli bir felaket ve tehlikeyi perdelemektir.
————————
Görüyoruz, her gün bu millete bu devlete ihanet eden sayısız insan medyada resmigeçit yapıyorlar, saymakla bitmiyorlar. Kimi gizli Yahudi, kimi gizli Ermeni, kimi bilmem ne… Kimileri de Yahudileşmiş soysuz, Ermenileşmiş hınzır… ABD tarafından Pensilvanya’dan yönetilen AĞABEYLER OLİGARŞİSİ (!)… İçimizde bu kadar sivil giyimli ihanet askeri varken, bu devletin neyi gizli kalabilir ki ? Kozmik odaya girildiğinde ele geçirilen belgeler arasında PKK’ya sızmış istihbaratçılarımıza dair bilgiler olduğu ve bunların PKK’ya iletilerek o istihbaratçılarımızın tek tek infaz edildiği iddiasını hatırlayınız. Çok mu zor bu ? Bu şartlar altında benzer işlere bir zamanlar karışmış birisi olarak biliyorum ki, eylem yapmayı kafasına koymuş birisini hiçbir istihbarat teşkilatı, hiçbir ordu, hiçbir devlet engelleyemez. Bu gerçek ortada iken, dahildeki terör eylemlerinin dehşeti karşısında korkak savaş kaçkınlarına yakışır tepkiler vermek ve milletin namusunun şerefinin emanet edildiği kurumlara lanetler etmek bu eylemlerin olmasına bir mani teşkil etmeyeceği gibi, terörü yapanların ağızlarının sularını akıtacak ve yeni eylemler yapılmasına kapılar açacak, bunlara karşı koruyucu setlerde gedikler açacak bir davranış biçimidir.
Böylesi tepki gösterenlerin hakiki vatanperver hakiki milletsever olmadığını bilin. Milli söylemlerin içerisine bu tür tepkiyi koyarak sunuyorsa o bir sahtekardır. Ya da ne yaptığını kavrayamayan bir ahmaktır. Suret-i haktan görünerek böyle sokulanlar bizimkiler’den (!) değildir olamazlar. Biz de onlardan değiliz. Vatandaş, uyanık ol,.. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sahip çık, Emniyet teşkilatına sahip çık, MİT’e sahip çık. Diyanet’e mi saldırıyorlar ? Öyleyse Diyanet’e sahip çık, kara propagandaları yırt at. Aldanma… Sünnet-i Seniyyeye karşı bir kampanya mı var, Hazret-i Peygamberi devreden çıkartmak mı istiyorlar ? Bil ki, Habibullaha ittibâna ve Sünnet-i Seniyyesine iktidâna daha bir kuvvet verme vaktidir. Kime ve nereye şiddetli hücum ediyorlarsa orayı koruma altına al. Bil ki orada düşmanı öfkelendiren bir cevher vardır.
————————
Bu memlekette körü körüne Arab ve Kürd düşmanlığı, aslında İslam düşmanlığının perdelenmiş halidir. Ümmetin dermanını sıfırlayan, kanını içip kurutan bir vampir hükmünde olan bu anlayış, namaz ehline bile sirayet etmiş bu Kur’an aleyhtarı tavır kimde varsa imanını, akaidini yoklamalıdır.
Yorumlar :
Fatih Kılıçaslan : Allah razı olsun abim müthiş isabetli tespitler inşallah uyuyan kalpleri uyandırır….
Yılmaz Akbulut : o yanan evi sondurenlerden biride bendim hortumu bahçe musluguna taktım evin tabanı tahta idi itfaiye gelene kadar bayagi yangını sondurmustuk o tektekci abimizde dışarda oturuyordu
Kenan Kılıçaslan : sanayağcı bakkalın hemen üstündeki ev
İlk yorum yapan siz olun