İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?[1]


[1] Enbiya Suresi, 52. ayet meali

Resulullah Efendimizin (asm.) İmam-ı Ali’ye (k.v.) hitaben, -hadis-i bi-l ma’na[1] olarak-: “Hazret-i İsâ’da (a.s.) olduğu gibi sende de birisi muhabbette, diğeri düşmanlıkta aşırı davranarak iki kısım insan helâkete gider. Nasrânîler Hazret-i İsâ’ya besledikleri muhabbettin meşru sınırlarını aşarak ona –hâşâ- ‘ibnullah’ (Allah’ın oğlu) dediler. Yahudiler ise düşmanlıkta aşırı gidip, onun nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, meşru sınırları aşıp, sana muhabbetinden helâkete gidecektir.” dediği rivayet olunur.[2]

Bediüzzaman, Sünuhat adlı eserinde mealen şöyle der: “bizdeki mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri[3], her biri sakat ve bozuk anlayışlarında yüz mutaassıp kadar mutaassıptır. Bunların Shakspeare’in medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî’nin medhinde etseydi tekfir olunacaktı.”

Nasrani inancına göre Allah tecessüm[4] etmiş Ali olarak görünmüş; Ali Selman olarak, Selman ise son merhalede Esad olarak tecessüm etmiş.

Bunun son zamanlarda bizdeki Alevi topluma enjekte edilen sürümünde ise, Ali’den başlayan tecessüm M. Kamal’de nihayet bulur.

Yani netice itibariyle kim olarak zuhur edilmişse o tanrı olmaktadır.

Nedir bu Allah aşkına?

Ülkeye hizmet etmiş birisine duyulan muhabbet mi, milli değerlere tutkunluktan kaynaklanan bir vefa gösterisi mi?

Nasıl bir adlandırma ile bu derece, hem de dini sollayıp geçecek derecede ifrat bir sahiplenme olabilir?

Acaba bu mübalağalı tutkunluk, aşağıya bazılarını sıralayacağımız İslam’a nefret kusan çanak yalayıcı dalkavukların yıllarca süren beyin yıkamalarının semeresi olmasın?

Sözümüz, kabre girme vakti gelen bir ideolojinin manyetizma tesirine kapılarak bazı şirk bulaşıklarına milli dekorlar adına sahip çıkan iyi insanlaradır.

Ola ki bazı şeyhler aracılığıyla da pompalanan muhafazakâr Kemalizm, dindar Kemalizm üretme çalışmalarınında katkısıyla kalbe sızan şirkin farkına varırlar.

Bu tür yazılara gösterecekleri ilk tepki mutlaka bir saldırı var algısıyla muhtevanın bütününe itiraz ve konuya kendisini kapatmak olmaktadır.

Bu insanlara yönelik uyarıcı yazıların haklılığının bir delili de muhatabların derhal gard alıp “Atatürk düşmanlığı” gibi muhtelif adlandırmalarla kendilerini ikaz muhtevalı böylesi çalışmalara kapatmalarıdır.

Yine de ısrarla iyileri kaybetmeme ve uyarma çalışmaları artan hızla sürdürülmelidir.

Konunun bir yönü M. Kamal’in bizzat kendisi ve uygulamalarıdır, diğer yönü de onun adına hayat sürenlerdir.

Bu yazımızda muhatabımız, M. Kamal’in takipçilerinden olan dostlarımızdır.

Cahiliye döneminin asrımızda tekrarının yaşanmaya başladığı ilk günlerde merhum Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde şöyle diyordu: “Müslümanlık bu değil, biz yolumuzdan saptık, Tapacak bir putumuz yoktu, özendik, yaptık!”Osmanlı sonrası dönemde öyle bir mahiyet değişikliği yaşanır ki, Seyrani’nin türküsündeki şu mısralar adeta o devreyi tasvir etmektedir: “âlemde bir devir dönüyor amma, devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem, halli asan değil müşkül muamma, zulm-i zalim göğe direk mi bilmem…”

Lozan sonrası İslami değerlerin terkine karar verip, buna mukabil Ortodoks Kemalizmi inşa ederken İslâmiyet’i reddedenler, kendilerine “yeni din” ve “fani tanrı” uydurmaya çalışırlar. Samsun Milletvekili Ruşeni (Barkın) Bey, 1926′da “yeni din”in adını koymuştur: Milliyetçilik… “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı yazısında şöyle demiştir: “Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ‘milliyetçiliğimizdir’… O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Hangi ulus ölürken Azrail’i tepelemiştir? Dünyada Türk olmak kadar onur mu var? Ve Türk olmak kadar ‘din’ mi var?”

Yaşar Nabi de yeni inanç sistemine “yeni minare” ile “yeni ezan” icat ederek katkıda bulunur: “Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz. Yeni din ezanları, minareler yerine, bulutlara püsküren bacalarda okunsun.”

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın teorisyeni, liberal ve Türkçü Ahmet Ağaoğlu, 31 Aralık 1930 tarihinde TBMM’de sıkıyönetim ilanı görüşmelerinde şunları söyler: “Efendiler, Cumhuriyet, inkılâp baştanbaşa bir dindir, bir imandır (Ona şüphe yok sesleri). Bu dinin, bu imanın bir kitabı olacaktı, bir ibadeti olacaktı, dâhileri olacaktı, müminleri olacaktı, Cumhuriyetin faziletlerini, fikirlerini cemaat arasında geceli gündüzlü çalışarak neşr-ü tamim edecek, bu cahil cemaati yürütecek adamlar olacaktı.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Şevket Süreyya Aydemir’le birlikte CHP’ye ideolojik istikamet veren, Kadro dergisinin kurucularından, CHP bürokratı Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ün bir genelgesinde şunlar ifade edilir: “Biz her ne şekil ve surette olursa olsun memleket dâhilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”[5]

CHP’li vekil Celal Nuri İleri, gazetesindeki köşesinde şöyle yazar: “İnsan hayvandan ayrılınca bir nevi maymun ailesiydi. İlk atalarımız şüphesiz ormanların içinde sürü halinde serseriyane dolaşıyorlardı”.

O yıllarda Meclis’te yaşanan bir tartışmadan şu ifadelere bakınız…

Tevfik Rüştü Aras: “Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilât-ı Esâsiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır.”

Kazım Karabekir: “Teşkilât-ı Esâsiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır.”

Tevfik Rüştü Aras, “hangi kanaati haykıracak, hangi dini yazdıracaksın? Hıristiyanlığı mı?”

Mahmut Esat Bozkurt: “Evet Hıristiyanlığı… Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz ve bize de kimse ehemmiyet vermez.”

Eski CHP Tokat milletvekili Refik Ahmet Sevengil 15 Ağustos 1929 tarihli Uyanış Dergisinde “Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik, bizim mâbedlerimiz fabrikalardır.” derken, CHP milletvekilli Mehmet Şeref, Meclis kürsüsünde ‘medenî kanun’u savunurken şunları söyler: “Yakılan ve ebediyen çöken Arap-Acem dini ve tasavvufî tahakkümdür. Giden, kaynağı dinî ve ilâhî olan hukuktur. Artık, karşısındakini ilzam için ‘âyet ve hadis’ saymakta mana yoktur”.

Kılıçzade Hakkı, İleri gazetesindeki köşesinde “Onun Allah’ı”; sadece zor zamanların kurtarıcısıydı, üstelik “sanı”ydı da: “Allah’ın varlığına iman etmek, o gerçekte var olduğu için değil, bizim sıkıntı içinde olduğumuz zamanlarda moralimizi yükseltmek için gereklidir.” diyordu.

Sonra Kemalizmi Sinderella masalı gibi anlatıp öğretmeye başlarlar; başöğretmen, başkomutan, peygamber, ilah… her paye ona yamanır.

Çanakkale’ye dair Seyyid Onbaşı posterleri ve çul çaput giyinmiş iki askerin tartışmalı fotoğrafı dışında başka kimin fotoğrafını hatırlıyorsunuz? Varsa yoksa yalnız o komutan.

“Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..) diyen Reis-i Cumhur ile biraz da ikinci adam, yani İnönü. Ferik (General) Ali Fuat (Cebesoy), Ferik Cevat (Çobanlı), , Ferik Kâzım Karabekir, Ferik Fahrettin (Altay) Mirliva Kazım (İnanç), Mirliva Ali Sait (Akbaytogan), Mirliva Ali Hikmet (Ayerdem), Mirliva Kemalettin Sami (Gökçen), Mirliva Cafer Tayyar (Eğilmez), Mirliva İzzettin (Çalışlar), Mirliva Şükrü Naili (Gökberk); Mirliva Asım (Gündüz), Albay Alaaddin (Koval), Mirliva Mehmet Sabri (Erçetin), Albay Sabit (Noyan), Albay Ömer Halis (Bıyıktay) Çerkez Ethem ve daha niceleri kazandıkları savaşın kitaplarında yokturlar.

Ordunun savaş sonrası ele geçirdiği bütün ganimet toplanıp sadece kumandana verilse ne kadar büyük bir haksızlıktır değil mi?

Halbuki kumandan ganimette hissesi olanlardan sadece birisidir.

Aynen öyle de, orduya ait bütün şeref toplanıp sadece bir tek kumandana verilse, diğer kumandanlar, ordunun öteki subay ve eratı şerefsiz kalmış olmaz mı ?

Anadolu insanının M. Kamal’e dair bütün bilgi ve muhabbetinin kaynağı ve mimarları olan bu ilk Ortodoks Kemalistlerin anlayışları, ilke ve inkılâpları din dâhil her değerden üstte görür.

“İşte diz üstü geldim, gözlerim dolu dolu., Rabb kulu olsun eller, bizler Gazi’nin kulu., Cemâlini vaad etsin Tanrı başka kullara,, İşte karşımızdadır şimdiden o manzara.” türünden ‘Kul kültürünün tapınma edebiyatı’ bir akım olarak günümüze kadar sürer.

Kendisini büyütüp Batı’da okumasını sağlayan Reşid Paşa’ya “sensin ol fahr-i cihan-ı medeniyet” diyerek onu medeniyet peygamberi ilan eden Şinasi gibilerden oluşan kaselis listesi hiç boş kalmaz.

1932-1946 yılları arasında CHP’nin Ankara milletvekili olan Selanikli Aka Gündüz, M. Kamal’e yazdığı şiirde şöyle der: “Yerde o, gökte o, denizde o, her yerde o. Varsın, teksin, yaradansın. Sana bağlanmayanlar utansın!”; İlhami Bekir, “İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa, toprağın haritasını çizdi bayrağa, Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”; Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da, kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu’da. O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen, bulursun bu sevgide asırları istersen.”; ve “Türk’e bir hayır gelmez, Arap felsefesinden, Gazi bize bir din ver, Türk’ün öz nefesinden”; Behçet Kemal, “Kaç yıldır Türkçeydi Tanrı’nın dili, insana ne ilâh, ne de sevgili, ne de ana baba aratıyordu, her an yaratıyor, yaratıyordu.”; Halil Bedii Yönetken: “Tanrı gibi görünüyor her yerde, topraklarda, denizlerde, göklerde, gönül tapar, kendisinden geçer de, hangi yana göz bakarsa: Atatürk.”; Yusuf Ziya Ortaç, “Topladı avucunda yıldırımı, şimşeği, Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi.”; Nurettin Artam, “Koca bir güneşin akşam olmadan, dağların ardında sönüşü gibi. Millete can veren, vatan yaratan, Tanrının göklere dönüşü gibi. Her zaman ırkıma büyük baş Atam, tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!”; Ömer Bedrettin Uşaklı, “Bir güneş gibi yalnız, sensin ülkü tanrımız”; Vasfi Mahir Kocatürk: “Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti. Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine.”[6]; Faruk Nafiz Çamlıbel, “On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden, O’nda on beş milyonun boyu birden uzaldı.,

Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden, Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı.” 1938 yılında yazdığı başka bir şiirinde ise: “Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil, kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun. Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil, göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!” Edip Ayel ise bu furyaya “Ay yıldızı aldık da senin üstüne sardık, Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık?” ve “Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe, Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe., Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun, Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun., Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi, Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî. Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses. İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!” sözleriyle katılır.

30’lu yıllarda Behçet Kemal Çağlar “Atatürk ekber! Atatürk ekber! Ancak O var, Atatürk! Evliya odur, peygamber odur, sanatkâr Atatürk. Talihe hâkim, zekâya önder, doğma serdar Atatürk. Atatürk ekber! Atatürk ekber. Bizde O var. Atatürk! Ne evliya, ne de peygamber.. Halkına yar Atatürk! diyerek “Atatürk Mevlidi” yazarken, Tekin Alp takma ismini kullanan Moiz Kohen de “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yazar.

“İslâmiyet denince benim aklıma çorap kokusu gelir” ve “Cehennemim var diye kurum etme ey Tanrım, bağrımdaki ateşle Seni bile yakarım” diyen, CHP’nin ideologlarından, uzun yıllar bu partiden milletvekilliği yapmış ve M. Kamal’in yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay gibi Kemalizm dininin öncüleri, imanın altı şartı olan İslâm âmentüsü karşısına, Kemalizm’in yeni âmentüsünü ‘Türkün Amentüsü’ ismiyle çıkarırlar.

Bazı devlet kuruluşlarında 1928 yılında bastırıp dağıttıkları bu devrimci (!) âmentüyü şöyle yazarak ilân ederler: “Türküm: Dinimi tanırım. Mezhebim: Cumhuriyet. Mabedimiz: Halk Fırkası. Kitabım: Kanundur. Buna vicdanla inandım. Kâbemiz: Ankara. Peygamberimiz: Gazi Kemal. Kalben ona biat ederek bin canla inandım…”[7]

Bu amentü, 1928 Ağustos’unda basılan sürümünde şöyle başlar: “Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhit analarına ve Türkiye için âhiret günü olmadığına iman ederim…”[8] Bir başka âmentü ise şöyledir: Kemalizmin Andı ve Âmentüsü: “Kemalizm, Müslümanlık dininin özü ve ışığıdır. Kemalizmin prensipleri, Kur’ân’ı Türkçeleştirdiği, tasfiye ettiği, İslâm dininin esaslarını öz dilimizle açıkladığı için kutsaldır. Din, kanun, parti her şey vatan içindir.”[9]

Maalesef M. Kamal ile alakalı bütün malumatı bunlar gibi şahıslardan alıyoruz, dahası bu adamların kurduğu devlette yaşıyoruz ve bu devir güya aydınlanma devri oluyor.

Bugün CNN Türk ekranlarında yayınlanan ve Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge programına, canlı yayın konuğu olarak katılan CHP Denizli İl Başkanı Ali Kavak “Atatürk gibi bir lider varken Peygamber gibi lider bekliyorlar.” diyor.

CHP grup başkan vekili Ali Topuz: İslam kültürü asla bizim öz kültürümüz değildir. Türkiye Cumhuriyetinin kültürel değerleri Türklük temellerine kuruludur.” itirafında bulunuyor.

25 askerin şehit olduğu Afyonkarahisar’daki Mete Saraç Kışlası’ndaki cephanelik patlamasına dair bir yorumda: “Atam, memleket yangın yeri…” yazılması üzerine Haberajanda yazarlarından Muhteşem Tıraş facebook sayfasında şu ifadeleri kullanıyor: “Merak ediyorum, Atatürk Budist olsaydı; Bugün Atatürk’ün yolundan gittiğini iddia edenler de mi Budist olacaktı? Atatürk, bu milletin önderi miydi, yoksa (hâşâ) hatalardan münezzeh peygamber vasfında bir varlık mıydı? Kaldı ki peygamber bile hatalardan münezzeh yaratılmamıştı. Başka bir soru: Faraza günün birinde Atatürk’ün namaz kılan bir görüntüsü ortaya çıkarsa; Bu dangalaklar namaza mı başlayacak?”

Şimdi belki de denecektir ki, “a kardeşim, sen tutmuş putperestleri örnek yazmışsın ama biz bunlar gibi bakmıyoruz meseleye.” İyi ama sizin baktığınız meseleye dair bütün bilginiz bu kişilerden beslenmişse, dönüp de o bilgileri muhasebe eleğinden geçirmeniz ve ayyuka çıkmış şirk iddiaları karşısında ördüğünüz duvarları yoklamanız gerekmez mi?

Unutmayınız ki, put heykeli eskiden ağaç, taş ve maden üzerine işlenirdi, şimdi kalplere işleniyor.

Son sözü Orhan Gencebay’a söyletelim: kula kulluk edene yazıklar olsun.

10 EYLÜL 2012


[1] Hadis-i bi-l ma’na: Kelâm olarak aynen değil de yakın anlamı aktarılan hadis.

[2] “Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafızî denir.” Müsned, 1:103.

[3] Kâselis: Çanak yalayıcı. Dalkavukluk. Alçak huylu kimse.

[4] Tecessüm: Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek..

[5] T.C. Dâhiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 658, 17 Mayıs 1942; Yavuz Bahadıroğlu, Kayıt dışı Tarihimiz, Sayfa 242

[6] Yavuz Bülent Bakiler, İslâmiyat cilt 3, sayı 3, Temmuz-Eylül 2000  

[7] Raif Necdet, Türk’ün Âmentüsü, Sebil, no 22, 28 Nisan 1978, s. 11

[8] Bk. Kemalist İnkılâbın Anatomisi, Sebil 9 Ocak 1976, s. 4

[9] Osman Nuri Çerman, Dinimizde Reform: Kemalizm dergisi, Aralık 1957, sayı 1, s. 1-3 vd.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir