Son yüzyılın başında, Anadolu bir İngiliz operasyonu yedi.
Siyaseten bütün kadroları tırpanlanıp yerlerine nüfus kâğıtları üzerinde melekleştirilen (!) bir iblis tayfası yerleştirildiği gibi; itikadi alt yapısı da kanunlar yoluyla parça parça berhava ve tahliye edilip yerine alternatif itikad esasları ikame edildi.
Aslında onlar ne ırkçı, ne Atatürkçü/kamalist ne de Türkçü idi ancak bu göle çaldıkları mayanın tutması için ideoloji öne sürmeleri icab etmişti.
Onlar da bu isim ve unvanlar altında İslam’ın bütün izlerini silme operasyonu icra ettiler.
Bu yeni din, kurnazca ve şeytanca bir taktik kullanıp, tepkileri kırmak için karşımıza bazen Kamalizm bazen Türkçülük görünümlerinde çıktı.
Yaklaşmayı önleyen, elektrik verilmiş dikenli tellerdi bunlar bir bakıma. Konuya yaklaşan yanardı.
Bu sebepledir ki mesela imana taalluk eden bir olumsuzluğa dikilmek istiyorsunuz, refleksiniz “Türklük karşıtlığı” veya “yurdu kurtaran tek kahraman”a saldırı olarak algılanıyor.
Acı acı susuyorsunuz.
***
-Türklük düşmanı bunlar…
-Ne oldu yine ?
-Andımız’ı kaldırmış Türk düşmanları…
***
Bu kafaya sakın şu sualleri sormayın:
Andımız’ın yazarını tanıyor musun ?
Andımız’ın metnini ve hikayesini biliyor musun ?
Andımız metni ile İslam akaidinin çelişen yönleri var mı?
Andımız’ın sürekli tekrarının insan psikolojisi üzerinde nasıl etkileri olabilir ?
Andımız’ın muhtevasında dinimiz ile alakalı neden tek bir kelime yok?
Allah’ın emri olan namazı kimseye mecbur edemiyoruz da, bir bürokratın önce kızlarına yazmış olduğu ve sonra bütün millete dayatılan andımız adlı metnini nasıl mecbur ediyoruz ?
***
Bugün Türkçülük üzerinden cayırtı kopartanların çoğu, Türkçülüğün fikir babalarından, büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız’ın “Yolların Sonu” adlı şiirini, Türkçü düşmanı Andımız yazarının yüzünden öğretmenlik mesleğine bir veda olarak yazdığını da bilmezler.
Yani, bir ideolojiye cahilane adapte olmuş ama ideolojisinin umdelerine sadakatte ise son derece mutaassıp insan tipleri.
Kim bu Reşit hele bir anlat desen yutkunur kalırlar.
Ya Hu, bu adamın kendisi Türk değil ki, Etnik köken itibariyle bizim milletimizden değil yani. Oturmuş kızları için bir şeyler yazmış. Zamanın bürokratları beğenmişler, sonra tutup o metni devlet eliyle millete dayatmışlar. Çoluk çocuk, kışın ayazında titreye titreye okumaya bu zavallı milleti mecbur ve mahkûm ettiler. Dahası, bugünkü Andımız metni 1933’te Reşit Galip’in yazdığı metin değil. “Yasam” kısmı “ülküm” halini almış, 1972 yılında darbeci Ferit Melen hükümetince ULUHİYET vasfı ilave edilip “Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk; açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.” kısmI da eklenmiş, yuvarlana yuvarlana bugünkü haline gelmiştir.
Aman dokunma, İtiraz edersen Türk olmuyorsun…
Sakın direnme, Türk düşmanı ilan ediliyorsun…
***
Prof. Afet İnan ‘Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler’ adlı eserinde onu şöyle anlatıyor:
“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. O, heyecanla Çankaya Köşkü’ne geldiği vakit, Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi…”
***
Andımız’ı M. Kamal’in sözleri sanıyor muhtemelen çok kişi…
Bu kafaya bir irtibat cümlesi söyleyip başa tutturun, sonra arkasından ne verirseniz verin yutar.
O irtibat cümlesi elbette M. Kamal veya Türklük kelimeleridir.
Ve Türklük, çok sayıda Türk’ün dünyasında, onlar farkında olmadan Türk’ün dininin yerine geçip, asıl dininin tahtına bir din olarak oturmaktadır.
Bu hususta çeşitli anlayış şekilleri mevcut…
Milletini sevmenin dinin içerisindeki yerine razı olmayanlar; milletini sevmeyi dinleştirenler; kabirdeki ilk sualin “ırkın nedir” olacağını sananlar; Allah’ın tercihine müdahale edip kendi tercihini dayatanlar ilaahir…
***
Sabah uyanır uyanmaz “ben Türk’üm” diyerek güne başlayıp, yemeğe oturunca ilk lokmayı “ben Türk’üm” demeden ağzına koymamaya; ayakkabını giyerken mutlaka “ben Türk’üm” demeye, hasta ziyaretine gittiğinde hastaya “ben Türk’üm” demekten, kapınızın zilini çalıp “kim o” denildiğinde “ben Türk’üm diye cevap vermeye; sabah dükkanı açarken “ben Türk’üm” diyerek açmaktan, akşam yatağa uzanınca “ben Türk’üm” diyerek gözlerini kapamaya kadar, hayatın her alanına milli aidiyeti yerleştirip, o boyayı dinin boyasının üzerine sıvamaya kalkarsanız, neticede hakiki dininizden de olursunuz.
***
Bu hastalığa giriftar olanlardan sadece samimi mü’min olanlarına soruyorum: Farkında mısınız abarttığınızın ?
Muhtemelen bu aşamada gelecek olan sual şu:
-Neden Türklükten rahatsız oluyorsunuz?
Buraya kadar anlaşılmamışsa son söz olarak bari bir daha tekrar edeyim:
Bir becayiş var anla…
Milli kimliğin, dinine alternatif bir din olarak sunuluyor, sen de düşüyorsun oltaya.
Ahiretini kaybedeceksin haberin yok.
Seni Allah ile mücadele ettirecek bir çelişkiler sarmalına giriyorsun, farkına var artık.
Türk olduğumuzu, Türk ve Türklük kelimesinden rahatsız olmadığımızı isbat telaşına düşmüyoruz. İhtiyacımız yok çünkü,
Yarım asrı geçen ömrümüz milli değerlerimizin kavgasını vermekle geçmiş.
Türklüğümüzle, -ecdadımızın İslamiyet’e yani Allah’ın dinine muhteşem hizmetlerinden dolayı- iftihar ediyoruz.
Türk Milleti, ideolojilere ihtiyacı olmayacak kadar şerefli meziyetlere sahiptir.
Aksine, beşeri bir ideoloji ile bu milleti gütmeye çalışmak, milleti böler.
***
Erdoğan Başbakan iken bu konuda şunları söyler:
“Andımız olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı isim olan Reşit Galip’tir. Reşit Galip Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır. Ayrıca Reşit Galip insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıydı. Ant uygulamasının cumhuriyetimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur… 30’larda Hitler ve Stalin gibi toplumu formatlamak için bu tür uygulamalar yapılıyordu. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde çocukların içtimaya dizildiği, ırkçı sloganlar okunan metinler göremezsiniz. “
Son cümle: “Azizim, bu Frenk illetinden kendini kurtar.”
İlk yorum yapan siz olun