İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

-haşa ve kella- ALLAH’I SORGULAMAK

(Kader konusuyla alakalı bir ön çalışmadır)

مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ

(Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. (Nisa; 4:79)

21 Kasım 2016’da şu notu yazmışım:

TRT1 den ses geliyor… Bir dizi herhalde. Kadın diyor ki:

“Kaderin akıbetine bırakırsak yandık demektir”

Vah zavallı vah… Kader Allah’ın ilmi ile bilip iradesi ile izin vermesidir. Sen kaderin sahibi olan Allah’tan daha kudretli ve kuşatıcı neyden ümidlisin ki işlerini kadere rağmen yapabilsin…

***

Bir Padişah, cömertliğinden dolayı hazinesinden muhtelif cevherler, kese kese altınlar dağıtıyor, etrafa hediyeler saçıyor.

Kiminin hissesine bir kese altın, kiminin antika bir çelik kılınç, kiminin kıymetli bir antika halı, kiminin hissesine mülk olarak arazi düşüyor ilaahir.

Hiçbir hakkı olmadığı halde hangisinin haddi vardır ki “ona şunu verdin de bana neden bunu verdin” desin?

Bu hadsizliğin, küstahlığın ve şımarıklığın en uç hallerini insanoğlu sergiliyor maalesef.

***

Gafil insan, Allah’ın bahşettiği akıl ile Allah’ın icraatlarını tenkid ve itiraz tarzında sorgulayıp; Allah’ın ihsan ettiği vicdan ile Allah’ın merhametini terazide tartmaya kalkıyor.

Evet, başka sebepleri de olmakla birlikte çoğu Allah’ı yeterince tanımamak, Allah’a itimadsızlık, Allah’ın icad ve yaratışına beşer penceresinden bakıp, ‘ben olsam şöyle yapardım, Allah niye böyle yapmıyor’ der gibi adeta Allah’ı sorgularcasına bir nazar ile hadiseleri değerlendirmek gibi sebeplerden dolayı şu iki mes’elenin anlaşılmasında çok insan dalalete düşmüş, itikadları bozulmuş, imanlarını kaybetmişler: Biri kader, diğeri ise cüz’i irade’dir.

Bu konular ise ancak hal ve vicdan ile anlaşılabilecek hususlardır, ilmi değildir.

Yani mesela, çileğin hariçte bir vücudu var, elinle temas edebilir, gözünle gösterebilir, varlığını isbat edebilirsin ama tadı hissi ve vicdani olduğu, o lezzet ve tadın hariçte de bir vücudu olmadığı için ilmi isbatını yapamazsın.

***

Kaderin insanın fillerine bakan cihetiyle alakalı hemen her zaman diliminde tartışmalar yaşanmış, insanlar bu mevzudaki farklı anlayışları sebebiyle farklı inanç ve düşünce gruplarına ayrılmışlardır.

Lezzetleri tadım tadım tadarken aklına gelmez de, burnu sürtüldüğünde “Beni neden yarattın?” diye bağırır insan.

Galibiyetleri kendi maharetine; mağlubiyetleri ise sebeplere bağlayan bir kumandan gibi, insan cinayetlerini kadere yıkmak ister.

Halbuki kader mevzusu, iyi işleri Allah’ı dışlayarak sahiplenip mağrur olmayalım diye; cüz’i irade konusu ise sorumluluktan kaçmayalım diye vardır.

İşlediğimiz kabahat, kusur ve kötülüklerden kaderi bahane edip kurtulamayız.

İşleyebilmek için lazım olan her şeyi Allah’ın verdiği iyiliklere sahiplenmek için de cüz’i irademizi öne süremeyiz.

Kader mes’elesi sorumluluktan kurtulmak için değil, gururdan kurtulmak için vardır.

Kur’an, işlediği kötülükler sebebiyle insanı mes’ul tutuyor.

Çünkü fiillerimiz neticeleri itibariyle iyi ve kötü şeklinde iki sınıftır.

İyiliklerin işlenişindeki faktörler ile kötülüğün icrasındaki faktörler aynı değildir.

İyilikleri öğreten, emreden ve isteyen Allah’tır.

Kudretiyle o iyilikleri ve iyiliklerin işlenebilmesi için icab eden şartları icad edip yaratan da Allah’tır.

Dolayısıyla iyi amellerde insanın payı sadece istemek, dilemek, tercih etmek, meyletmek gibi çok az bir hissedir.

Ama kötülük öyle değil. Kötülüğü isteyen insanın bizzat nefsidir.

Bir Sultan’ın halkın gıda ihtiyacı için kurduğu makarna fabrikasını, bir beşer tutup eroin fabrikasına çevirip kullansa, “ama bu fabrikayı Sultan kurdu, mes’uliyet onundur” denilir mi?

Allah insanlığa muazzam faydaları olan elektriği yaratmış, bir beşer de tutmuş bu elektriği işkencede kullanmış. “Ama bu elektriği ve onun zarar verme özelliğini Allah yarattı benim ne suçum var” diyebilir mi?

***

Cenab-ı Hak icadında hayırlar murad eder; kötülüğe ise razı olmadığı halde müsaade eder.

Şerri istemek şerdir, yaratmak değil.

Çünkü yaratmak külli neticelere bakar.

Yeryüzünde insanların rızkı ya topraktan ya denizdendir.

Toprağı bereketlendiren ise yağmurlardır.

Yağmur yağdı, yeryüzü şenlendi ama senin de tedbirsizlikten dolayı dükkânını su bastı.

Burada mes’ul olan kaderin mi, senin ihmalkarlığın mı ?

Eğer “keşke yağmur yağmasaydı” dersen, yağmur sebebiyle nice yüz bin insanın rızıklanmasının iptalini istiyorsun demektir ki: bu küçük şerrin yerine dehşetli büyüklükte bir şerrin gelmesini arzulamak demektir.

Senin başına gelen şerdir ama büyük fotoğrafa bakılınca anlıyorsun ki Allah büyük bir hayır murad etmiş, sen ise kendi meylin ve tercihinle onu kendi hakkında şerre çevirmişsin.

***

Yaşadıklarımız hem kader hem de imtihandır.

Herhangi bir şeyin meydana gelmesi için ilim, irade ve kudret lazım.

Bir masa mesela,.. Evvela masaya dair malumat olmalı, nedir, nasıl yapılır, nerelerde ne için kullanılır gibi (İlim)…

Sonra masayı yapma kararı verilir (İrade).

Ve güç sarf edilerek yapılır (kudret).

Kader kavramının insanın fiillerine bakan yönü kudret ile değil, ilim ve iradeyle alakalıdır.

Yani Allah kullarının ne yapacağını bilir, bilemese zaten Allah olamaz (İlim).

İzin verir, izin vermese bir kılı bile oynatamazsın (İrade).

Ama kimseyi hiçbir fiil için zorlamaz ki buna herkes kendi hususi hayatında bizzat şahittir . Neticeyi O yaratır. (Bu kısım da kudrete bakar.)

Netice olarak yaşananlar (Allah bildiği ve meydana gelmesine izin verdiği için) kaderdir; kul fiillerinde serbest olduğu için de imtihandır.

***

Cüz’i iradenin yaptığı, kurulu bir sistemde sadece bir düğmeye dokunmak veya dokunmamaktan ibarettir.

Fakat gayet basit ifade edilen bu fiil veya fiilsizlik bazen öyle dehşetli neticeler verir ki insan bunun vebalinden kaçamaz.

Kalabalık bir sitede oturan şahıs, başkalarının fark edemediği bir yangının başladığını görüyor ama elini uzatıp da yangın alarmının düğmesine basmıyor. Yani fiilsizliği ile öyle acı bir neticeye sebep oluyor ki…

Veya dev bir barajın kapaklarının minicik komuta düğmesine bir şahıs kasten dokunup, henüz hiçbir tedbir alınmadığı bir vakitte kapakları açıyor, barajın suları birden boşalıp çevredeki insanlar ile beraber nice evi, köyü harap ediyor.

Hâlbuki bu şahsın bütün yaptığı basit bir dokunuştur.

Demek ki az bir amel ile veya kıpırdamamak ile insan ne büyük tahrip ve felaketlere sebep olabiliyor.

Hem fiillerin faili ile Halik’ını karıştırmamak lazım.

Talep eden ile o talebi kabul edip, tahakkukuna müsaade edip yaratan arasındaki fark gibi. Yaratmak ile sebebiyet arasındaki fark…

***

Kader, Cenab-ı Hakkın ilminin bir unvanıdır.

Allah ezeli ilmi ile olacak her şeyi de elbette bilir, aksi halde Allah olamazdı ki.

Ama bilmesi, kulu o fiili işlemeye zorlaması ve mecbur kılması demek değildir.

Bir doktor, hastasının kanser sirayet etmiş olan uzvu için, kanserin yayılma hızını ve hücrelerin ne kadar sürede tahrip olacağını tıbben bildiği için diyor ki,  “hastamızın ciğeri 40 gün ancak dayanabilir.” Hastanın ciğeri kırk gün sonra iflas ediyor. Bu hastanın ciğeri doktor dediği için mi o sürede tahrip oldu, yoksa o uzvun ne kadar zamanda mahvolacağını doktor bildiği için mi öyle söyledi?

Pencerenin önünde çocuklar birbirlerini taş yağmuruna tutuyorlar. Taşı vurunca camın kırılacağını biliyorsunuz, birisi de geliyor taşı cama fırlatıp kırıyor.

Siz biliyorsunuz diye kırılmış değildir o cam.

Biliyor olması insanı o fiillere mecbur ve mahkûm etmiyor.

Bilme, izin verme ve yapma… Bunların her birisi farklı şeylerdir.

Allah ilmiyle bilir; İlahi iradesiyle izin verir; kudretiyle yaratır.

İlim maluma tabidir sözü bunu ifade için söylenmiştir.

Yani bir şeyi Allah bildiği için oluyor değil, olacağı için Allah biliyor.

İnsanın fiilleri ile alakalı işlerde Cenab-ı Hak insanın cüz’i iradesini onlarca şartla beraber basit bir şart yapmış.

Bir hastane… Hastalar var, doktorlar var, ilaçlar var vs.

Gece nöbetçi hemşire ihmal etti, ağır hastasını yoklayıp icab eden müdahaleyi yapmadı yani sadece yerinde oturdu. Hasta ise müdahalesizlikten kaynaklanan sebeplerle vefat etti.

Güneş, tabiat, insanlar, insanlara verilen hayatlar, ilim kabiliyeti ve o sahnenin lazımı olan bütün diğer unsurlarla birlikte, hemşirenin cüz’i iradesi de bir şart olmuş netice için.

Allah, ilmiyle ne olup işin nereye varacağını biliyor ve kaydediyor.

Hemşire ise, meylini ve cüz’i iradesini bilerek menfi biçimde kullanarak o neticeye sebep olmuş oluyor.

Vefat eden şahıs ne olacağını Allah bildiği ve kaydettiği için değil, sorumlu hemşire vazifesini yapmadığı için ölmüş oluyor.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir