Kader ve insan ilişkilerinde sıkça yanılırız.
Bir şeyin meydana gelmesi için çok şey lazımdır. Bunlara sebepler diyoruz. Bazen hiçbir şey yapmamakla bile büyük tahripler olabiliyor. Mesela büyük bir bahçe var, su şebekesine bağlı hortum da, toprağa ekilmiş tohumlar da. Ama çeşmenin vanasını açmıyoruz. Tek yaptığımız şey, bir şey yapmamak. Bütün bahçenin heba olmasını netice veriyor.
Bazen İlahi kudret muazzam işlerde insanları sebep olarak istihdam ediyor. Biz neticenin azametine bakarak sebebe odaklanıyoruz, bu koskoca netice şu küçücük insanın eliyle mi olacak diye tereddüde ve inkâra yöneliyoruz.
Hâlbuki kadere dönük işlere kaderin sahibi cihetinden bakılmalıdır, insanoğlunun aczi açısından değil.
Kuvvetli ışık- zayıf ışık dediğimizde ışığa karanlığın; az sıcak, çok sıcak dediğimizde sıcaklığa soğuğun; kuvvetli-zayıf dediğimizde kuvvete mukavemetin müdahale ettiğini anlıyoruz.
Bir şeyde mertebelerin olması zıddının ona müdahalesiyle olur.
Varlıklar için durum budur. Ama aynı kanun varlıkları var eden için geçerli değildir. Yani İlahi kudrette mertebeler yoktur çünkü müdahale imkansızdır.
Öyleyse Rabbimizin kudretine mani hiçbir şey yoktur. Şu dünyada her neyi murad etmişse onun önüne dikilecek bir tek sebep bile olamaz.
Bir tek çadırdan koca bir imparatorluğa yol açan; küçücük bir mağarada tek başına ibadet eden bir Peygamberin dinini dünyanın yarısına, insanlığın beşte birisine yayan İlahi kudret, Anadolu denilen şu memleketi de dünyanın başına lider yapabilir ve yapacaktır da inşallah.
1975 yılıydı. İlk defa Alpaslan Türkeş’in bir seminerde söylediğini duymuştum. Sonra aynı sözün, İsrail devletinin kurulması için vaktiyle çok gayret gösteren Roçis isminde bir zatın 19.ncu Yüzyılın ikinci yarısının başlarında yazdığı eserin adı olduğunu öğrendim. Bugün İsrail Millet Meclisinin Riyaset Kürsüsünün arkasında yazılı olan o söz şudur: «Eğer sen istersen o bir hayal değildir.»
Sözün sahibi kim olursa olsun söylenen şey bir hakikattir. Şahsi dünyamızdaki kişisel hamlelerimiz de dâhil, memleket meselelerine bakışımızda bu özgüven, bu idealist bakış hâkim olduğunda, o beğenmediğimiz Ulus meydanı, Atpazarı, Bentderesi bile çok kısa zamanda bir uzay merkezi haline gelebilir. Bu şehrin altına yine kısa zamanda modern bir uzay şehri kurulabilir. Artık hayaliniz nereye kadar ulaşırsa.
Bediüzzaman’ın müjdelediği gibi; bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası Eflâtun, İbn-i Sina, Bismark, Dekart ve Taftazanî gibi dünya çapında dâhileri inşaallah geri bırakacak çok vatan gencini mahsul olarak verecek eminiz..
İlk yorum yapan siz olun