Allah Resulü aleyhissalatu vesselamın yemin ettiği zaman -ki sadece Buharî’de 15 ayrı hadiste geçen- en çok, en sık “(Muhammed’in hayatı) Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki” mealinde yemin ettiği rivayet olunur.
Nasıl yani, Kamer Suresi 1. Ayette mealen “ve ay parçalandı” buyurularak Şakk-ı kamer ismiyle meşhur mu’cizesi haber verilen…
Hem İsra Suresi 1. Ayette buyurulduğu gibi Allah’ın bazı ayetlerini göstermek için Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya mu’cize bir şekilde götürdüğü…
Necm Suresi 2-9. Ayetlerde belirtildiği gibi vahyi Cebrail’den (a.s.) öğrenen…
Mi’rac mu’cizesinde Sidretü’l-Müntehâ ve Kab-ı Kavseyn denilen zirve makamlara kadar çıkabilen…
Şu koca kâinat kendisi için yaratılmış olan…
O(nun konuşması kendisine) vahyedilenden başkası değildir buyurulan o mübarek Peygamber bile bir kudretin mahkûmuymuş ha…
Yani varlıkların en seçkini ve benzeri olmayan bu şanlı Peygamberin bile
1- nefsi kendi kendine sahip değil;
2- fiillerinde serbest değil;
3-her hareketi başka bir iradeye bağlı.
Eğer kendi kendine malik olmadığını bilmese idi, Allah’a ait tasarrufları haksız bir şekilde sahiplenirdi.
Fiillerinde kendisini serbest bilseydi, Allah’ın isimlerine bir ayna olarak yaratıldığını bilemezdi.
İradesinin bir başka iradenin tasarrufunda olduğunu bilmeseydi, İlahi iradeden gafil olurdu.
Bir teşbih ile izah edecek olursak, bir baba çocuğunu oyuncakçı dükkânına götürür ve çocuk bir tercihte bulunur.
Çocukta görünüşte bir irade vardır.
Ancak çocuğun iradesi yani tercihi babası tarafından onaylanmazsa hiç ve yok hükmündedir ve tercih ettiği oyuncağı alamaz.
Demek ki varlıkların en seçkini, en şereflisi, en gözdesi, en mükemmeli olan hazret-i Muhammed’in (asm) nefsi bile kendi kendine bir iş göremezmiş.
Dilediğini yapma serbestiyetine sahip değil, fiillerinde tamamen özgür bırakılmış değil.
Onun iradesi bile, iradeler ötesi bir iradeye bağlıdır.
Bu yemin cümlesinden anıyoruz ki, Hazret-i Muhammed’in (asm) nefsi bile böyle ise, varlık dünyasının bütün alanları, kâinatın en geniş dairesi, her farklı âlemi, her yeri, en küçük ayrıntıları, teferruatı da dâhil en ücra yeri, bütün zaman dilimlerinde, birliği her şeyi kaplayan ve kuşatan, her bir şeyde mührü görülen Zatın (c.c.) kudreti ve iradesiyledir.
Hiçbir şey, hiçbir hal, hiçbir durum, hiçbir özellik –küçük olsun büyük olsun- her şeyi kuşatan İlahi iktidarın, her şeyi içine alan İlahi iradenin tasarrufu dışında kalamaz.
İlk yorum yapan siz olun