O çocuğun hikâyesini duymuşsunuzdur.
Hani babası omzuna alır da kuyumcuya götürür.
Der ki “yavrum, şu altın küpelerden, kolyelerden, yüzüklerden dilediğini beğen sana alayım.”
Çocuk aklı işte, duvarda asılı duran balonu işaret eder ve ısrarla “ama ben onu istiyorum diye sızlanır…
Mücevher ile balonu ayırt edememiştir çünkü.
Çocuktur, bu onun için bir özür sayılır.
Benzer bir mantığı şu temsilde de izleyelim.
Bir hükümdar, hizmetkârlarından birisini yanına çağırır, ona 200 lira verir ve der ki git Sümerbank’tan sana özel bir takım elbise al.
Sonra bir diğerini çağırır ve ona ise 200 milyar lira ile bir not verir.
İkisini de çarşıya gönderir.
İlk hizmetkâr gider, kendisine en iyisinden mükemmel bir elbise satın alır.
İkincisi ise aklını kullanmadığı ve cebine konulan notu da okumadığı için, önceki hizmetkâra bakar ve o da aynı elbiseciye gider, öncekinin yaptığını taklit ederek cebindeki 200 milyar lirayı vererek bir kat elbise ister.
İşte ilk hizmetkâr hayvanlara ikincisi ise insanlara misaldir.
Hayvan fazla donanımlı değildir.
Her şey kendisine öğretilmiş olarak gelir yaşar ve gider.
Ama insana hazineler kıymetinde özellikler verilmiştir.
Bu farklar ve farklı kılınmasındaki hikmet o nottur işte.
İlkine bakarak, akıl, kalp, ruh gibi servetler değerinde binlerce özelliğini hayvani yaşayışın uğrunda sarf ederse elbette ziyan edenlerden olacaktır.
Madem yaratılışta farklıyız, demek ki yaşantımız da farklı olmalıdır.
Burada özrümüz yoktur, zira bunu kavrayacak bütün donanım bize verilmiştir.
Duyduğumuz, gördüğümüz, şahid olduğumuz her şeyin manalar barındıran birer kitap olduğunu farz edersek, bunları üç türlü okumak mümkündür.
Bir şeyin kendisini değil sanatkârını, ustasını, arkasında asıl iş gören sahibini gösteren bakış.
Kur’an nice ayeti ile bunu bize talim eder.
Mesela Bakara 164’te Rabbimiz aklımıza hitaben icraatlarını sıralar ve mealen: “şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah’ın birliğine deliller vardır.” buyurarak varlığın veya fiilin ardından faili gösterir.
Yani, her şeyde Cenab-ı Hakkın esmasının nakışlarını görüp okuyabilmek.
Zira her şey o esmanın tecellilerini gösteren birer aynadır.
Madem her şey esma-i hüsnayı bize gösterip tanıttıran mektep ve tezgâh gibidir, öyleyse bu yönüyle dünya sevilmelidir.
İkinci okuyuş ise, âhiret ilişkisine bakar.
Çünkü dünya ahiretin tarlasıdır, Cennette açacak çiçekler burada dikilir.
Burada görüp yaşadığımız her şey orada göreceğimiz şeylere vesile olacaktır.
Bu açıdan da dünya sevilir, zira buradaki her şey bize ebedi, sonsuz, hiç tükenmez bir saadeti kazandıracaktır.
Üçüncüsü ise, ilk iki bakışı hiç hesaba katmayan, heves ve arzularımıza odaklı alaka ve bakıştır.
Çirkindir, çünkü baki bir hayatın elimizden kayıp gitmesine sebep olacaktır.
Dünyanın bu yüzünden yüzümüzü çevirip diğer iki okuyuşla hayatımızı temellendirmemiz aklın icabıdır.
Peygamberimizin “Ey kızım Fatıma!, Babam Peygamber diye güvenme, Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam…” (1) dediği o dehşetli günde, elbette yaşantımız, önceliklerimiz, meşguliyet tercihlerimiz, hayatı ve hadiseleri okuma biçimimiz bizim ya kurtuluş veya felaket sebebimiz olacaktır.
1- Müslim, İman,89, Hadis no:351
İlk yorum yapan siz olun