İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

KABRE İMANLI GİRMEK MESELESİ

Eskiden Nokta dergisi gibi yazılı basında tirajı artırmaya dönük mevzular kapak konusu olurdu.

Mesela bir sayısı eğer Ülkücü Hareket’i konu edinmişse, bütün ülkücüler “a bizden bahsetmiş” diyerek o sayıyı alırlar ve merakla okurlardı.

Mesela Alevi toplumu kapağa taşırlar, o sayılarını özellikle Alevi topluma satmış olurlar.

Ya da bir kurumu hedef alır, o kurumun yetkilileriyle röportaj yapar, dolayısıyla o müessesede çalışan bütün personel kendilerinden bahseden o sayıya yüklenir tiraj artışına sebep olurlardı.

Merak bu işte. İnsanlar gerçek olmadığını bildikleri halde falcıları yine de boş çevirmiyor, belki gelecek günlerime dair bir şey öğrenirim diyerek o üçkağıtçılara fal baktırıp maskara oluyorlar.

Nüzul-u İsa (a.s.), Deccal, Süfyan, Mehdi, Kahtani, Cehcah, Armageddon, Sedd-i Zülkarneyn, Ye’cüc Me’cüc, Dabbet-ül arz gibi gaybi ve meraklı konular da özellikle yaşadığımız zaman diliminin en heyecan verici ve meraklandırıcı konularının başta gelenleri.

Günümüz medya organları, özellikle tv dizileri de insanların bu duygusunu tahrik ederek yönlendiriyorlar, pazarını hazırladıkları alanlara veya algı operasyonu yapmayı planladıkları hususlara ilgi uyandırarak topluma yön veriyorlar.

Bir vaziyet tespiti yapalım.

Biz insanız. Ömrümüz ise sınırlı.

Kâinat içerisinde dünya adlı bir şehirde geçici olarak bir hayat süreceğiz.

Mahiyetimize binlerce özellik yerleştirilmiş.

Varlık dünyasında hemen her şeyle alakamız var.

İçyapımızdan dışımızdaki sahalara kadar birçok alanda yapmamız gereken vazifeler var.

Kalbimizin tatmininden, Amerika’da işlenen bir zulme müdahale etmeye kadar iç içe geçmiş onlarca dairelerde görevlerimiz var.

Sonra bir vakit gelecek, ölüm adlı bir hakikat bizi buradan bir başka yere gönderecek.

Şimdi, insanın her şeyi merak edebileceğini baştan kabul ederek şu suali kendimize soralım:

Şu dünyada ilgilenmemize değer veya en fazla alaka duymamız icab eden en mühim mesele nedir? Böyle bir vaziyette ilgi merkezimizde ne olmalı ?

Dünyanın gelmiş geçmiş en faziletli en değerli en akıllı insanları olan Peygamberler bu sualin cevabına göre yaşamışlar.

Cevabı onların yaşantılarına ve söylemlerine bakarak anlamamız mümkün.

Suali şöyle şekillendirelim, bir adama diyorlar ki: “sana İngiltere’de, Almanya’da, Avustralya’da ve daha birçok ülkede toplamı senin şehrin kadar arsalar bağışlanmış. Ayrıca İsviçre bankalarında birçok hesaptan sana bağış olarak hazineler aktarılmış. Fakat kardeşim aynı zamanda senin kanser olduğun ve 3 aylık ömrün kaldığı da bildirildi…”

Bu hal karşısında o mülkiyetin ve hazinenin bir kıymeti kalır mı ?

Kanser vücudumuzu hızla sararken, filanca koşuyu hangi at kazandı ya da 1. ligde son durum nedir, borsa bugün nasıldı gibi meşguliyetlerimiz olabilir mi ?

Yattığı onkoloji servisinden çıkıp koşa koşa yakındaki bir internet kafeye gidip orada bahis oynayan akciğer ca hastası bir adama ne denilir acaba ?

Gerçek halimiz de aynen böyle işte.

Burada ebedi kalacak değiliz, ölüme mahkûm edilmişiz.

Buradan sonra nereye gideceğimiz ve orada nasıl muameleler göreceğimizden daha önemli ne olabilir ki ?

Diğer başlıkların tamamını yutacak kadar genişlikte, “ebedi bir hayatı kazanmak veya kaybetmek” başlığıyla başımıza açılmış bir dava var.

Bunu kaybeden hepsini kaybeder.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir